
Sign up to save your podcasts
Or
Üçüncü Suâl: Eskiden düşman, şimdi dost olan mühtedî diyor ki: “Şu zamanda çok ileri giden feylesoflar diyorlar ki: ‘Hiçten hiçbir şey îcâd edilmiyor ve hiçbir şey i‘dâm edilmiyor; yalnız bir terkîb ve tahlîldir ki, kâinât fabrikasını işlettiriyor?’ ”Elcevab: Nûr-u Kur’ân ile mevcûdâta bakmayan feylesofların en ileri gidenleri bakmışlar ki, tabiat ve esbâb vâsıtasıyla bu mevcûdâtın teşekkülât ve vücûdlarını, sâbıkan isbat ettiğimiz tarzda, imtinâ‘ derecesinde müşkilâtlı gördüklerinden, iki kısma ayrıldılar. Bir kısmı Sofestâî olup, insanın hâssası olan akıldan isti‘fâ ederek, ahmak hayvanlardanSayfa 204daha aşağı düşerek, kâinâtın vücûdunu inkâr etmeyi, hatta kendilerinin vücûdlarını dahi inkâr etmesini, dalâlet mesleğinde esbâb ve tabiatın îcâd sâhibi olmalarından daha ziyâde kolay gördüklerinden, hem kendilerini, hem kâinâtı inkâr edip, cehl-i mutlaka düşmüşler.İkinci gürûh bakmışlar ki; dalâlette, esbâb ve tabiatın mûcid olmaları noktasında, bir sineğin veya bir çekirdeğin îcâdı, hadsiz müşkilâtı var ve tavr-ı aklın hâricinde bir iktidar iktizâ ediyor. Onun için bilmecbûriye îcâdı inkâr ediyorlar, “Yoktan var olmaz” diyorlar ve i‘dâmı da muhâl görüyorlar, “Var yok olmaz” diye hükmediyorlar. Yalnız harekât-ı zerrât ile ve tesâdüf rüzgârlarıyla bir terkîb ve tahlîl ve dağılmak ve toplanmak sûretinde bir vaz‘iyet-i i‘tibâriye tahayyül ediyorlar. İşte sen gel, ahmaklığın ve cehâletin en aşağı derecesinde, en yüksek akıllı kendilerini zanneden adamları gör; ve dalâlet, insanı ne kadar maskara ve süflî ve echel yaptığını bil! İbret al!Acaba her senede, dört yüz bin envâı birden zemin yüzünde îcâd eden ve semâvât ve arzı altı günde halkeden ve altı haftada, her baharda, kâinâttan daha san‘atlı ve hikmetli zîhayat bir kâinâtı inşâ eden bir kudret-i ezeliyenin, bir ilm-i ezelînin dâiresinde planları ve mikdarları taayyün eden mevcûdât-ı ilmiyeyi, göze göstermeyen bir eczâ ile yazılan ve görünmeyen bir yazıyı göstermek için sürülen bir eczâ misillû, gāyet kolay o ma‘dûmât-ı hâriciye olan mevcûdât-ı ilmiyeye vücûd-u hâricî vermeyi, o kudret-i ezeliyeden uzak görmek ve îcâdı inkâr etmek; evvelki gürûh olan Sofestâîlerden daha ziyâde ahmakāne ve câhilânedir. Bu bedbahtların, âciz-i mutlak ve yalnız bir cüz’-i ihtiyârîden başka ellerinde olmayan firavunlaşmış kendi nefisleri, hiçbir şeyi i‘dâm ve yok edemediklerinden ve hiçbir zerreyi ve bir maddeyi, hiçten ve yoktan îcâd edemediklerinden ve güvendikleri esbâb ve tabiatın ellerinde, hiçten îcâd gelmediğinden ahmaklıklarından diyorlar, “Yoktan var olmaz, var da yok olmaz” deyip, bu bâtıl ve hatâ düstûru, Kadîr-i Mutlak’a teşmîl etmek istiyorlar.Evet Kadîr-i Zülcelâl’in iki tarzda îcâdı var. Birisi; ihtirâ‘ve ibdâ‘ iledir. Yani hiçten, yoktan vücûd veriyor ve ona lâzım her şeyi de hiçten îcâd edip eline veriyor. Diğeri; inşâ iledir, san‘at iledir.Sayfa 205Yani kemâl-i hikmetini ve çok esmâsının cilvelerini göstermek gibi çok dakîk hikmetler için, kâinâtın anâsırından bir kısım mevcûdâtı inşâ ediyor. Her emrine tâbi‘ olan zerrâtları ve maddeleri, rezzâkıyet kanunu ile onlara gönderir ve onlarda çalıştırır.Evet Kādir-i Mutlak’ın iki tarzda hem ibdâ‘, hem inşâ sûretinde îcâdı var. Varı yok etmek ve yoğu var etmek; en kolay, en suhûletli ve belki dâimî ve umûmî bir kanunudur. Bir baharda, üç yüz bin envâ‘-ı zîhayat mahlûkātın şekillerini, sıfatlarını, belki zerrâtlarından başka bütün keyfiyât ve ahvâllerini hiçten var eden bir kudrete karşı, “yoğu var edemez” diyen adam, yok olmalı! Tabiatı bırakan ve hakîkate geçen zât diyor ki, “Cenâb-ı Hakk’a zerrât adedince şükür ve hamd ü senâ ediyorum ki, kemâl-i îmânı kazandım, evhâm ve dalâletlerden kurtuldum; ve hiçbir şübhem de kalmadı.”اَلْحَمْدُ لِلّٰهِ عَلٰي د۪ينِ الْاِسْلَامِ وَكَمَالِ الْا۪يمَانِ
سُبْحَانَكَ لَا عِلْمَ لَنَٓا اِلَّا مَا عَلَّمْتَنَٓا اِنَّكَ اَنْتَ الْعَل۪يمُ الْحَك۪يمُ
Üçüncü Suâl: Eskiden düşman, şimdi dost olan mühtedî diyor ki: “Şu zamanda çok ileri giden feylesoflar diyorlar ki: ‘Hiçten hiçbir şey îcâd edilmiyor ve hiçbir şey i‘dâm edilmiyor; yalnız bir terkîb ve tahlîldir ki, kâinât fabrikasını işlettiriyor?’ ”Elcevab: Nûr-u Kur’ân ile mevcûdâta bakmayan feylesofların en ileri gidenleri bakmışlar ki, tabiat ve esbâb vâsıtasıyla bu mevcûdâtın teşekkülât ve vücûdlarını, sâbıkan isbat ettiğimiz tarzda, imtinâ‘ derecesinde müşkilâtlı gördüklerinden, iki kısma ayrıldılar. Bir kısmı Sofestâî olup, insanın hâssası olan akıldan isti‘fâ ederek, ahmak hayvanlardanSayfa 204daha aşağı düşerek, kâinâtın vücûdunu inkâr etmeyi, hatta kendilerinin vücûdlarını dahi inkâr etmesini, dalâlet mesleğinde esbâb ve tabiatın îcâd sâhibi olmalarından daha ziyâde kolay gördüklerinden, hem kendilerini, hem kâinâtı inkâr edip, cehl-i mutlaka düşmüşler.İkinci gürûh bakmışlar ki; dalâlette, esbâb ve tabiatın mûcid olmaları noktasında, bir sineğin veya bir çekirdeğin îcâdı, hadsiz müşkilâtı var ve tavr-ı aklın hâricinde bir iktidar iktizâ ediyor. Onun için bilmecbûriye îcâdı inkâr ediyorlar, “Yoktan var olmaz” diyorlar ve i‘dâmı da muhâl görüyorlar, “Var yok olmaz” diye hükmediyorlar. Yalnız harekât-ı zerrât ile ve tesâdüf rüzgârlarıyla bir terkîb ve tahlîl ve dağılmak ve toplanmak sûretinde bir vaz‘iyet-i i‘tibâriye tahayyül ediyorlar. İşte sen gel, ahmaklığın ve cehâletin en aşağı derecesinde, en yüksek akıllı kendilerini zanneden adamları gör; ve dalâlet, insanı ne kadar maskara ve süflî ve echel yaptığını bil! İbret al!Acaba her senede, dört yüz bin envâı birden zemin yüzünde îcâd eden ve semâvât ve arzı altı günde halkeden ve altı haftada, her baharda, kâinâttan daha san‘atlı ve hikmetli zîhayat bir kâinâtı inşâ eden bir kudret-i ezeliyenin, bir ilm-i ezelînin dâiresinde planları ve mikdarları taayyün eden mevcûdât-ı ilmiyeyi, göze göstermeyen bir eczâ ile yazılan ve görünmeyen bir yazıyı göstermek için sürülen bir eczâ misillû, gāyet kolay o ma‘dûmât-ı hâriciye olan mevcûdât-ı ilmiyeye vücûd-u hâricî vermeyi, o kudret-i ezeliyeden uzak görmek ve îcâdı inkâr etmek; evvelki gürûh olan Sofestâîlerden daha ziyâde ahmakāne ve câhilânedir. Bu bedbahtların, âciz-i mutlak ve yalnız bir cüz’-i ihtiyârîden başka ellerinde olmayan firavunlaşmış kendi nefisleri, hiçbir şeyi i‘dâm ve yok edemediklerinden ve hiçbir zerreyi ve bir maddeyi, hiçten ve yoktan îcâd edemediklerinden ve güvendikleri esbâb ve tabiatın ellerinde, hiçten îcâd gelmediğinden ahmaklıklarından diyorlar, “Yoktan var olmaz, var da yok olmaz” deyip, bu bâtıl ve hatâ düstûru, Kadîr-i Mutlak’a teşmîl etmek istiyorlar.Evet Kadîr-i Zülcelâl’in iki tarzda îcâdı var. Birisi; ihtirâ‘ve ibdâ‘ iledir. Yani hiçten, yoktan vücûd veriyor ve ona lâzım her şeyi de hiçten îcâd edip eline veriyor. Diğeri; inşâ iledir, san‘at iledir.Sayfa 205Yani kemâl-i hikmetini ve çok esmâsının cilvelerini göstermek gibi çok dakîk hikmetler için, kâinâtın anâsırından bir kısım mevcûdâtı inşâ ediyor. Her emrine tâbi‘ olan zerrâtları ve maddeleri, rezzâkıyet kanunu ile onlara gönderir ve onlarda çalıştırır.Evet Kādir-i Mutlak’ın iki tarzda hem ibdâ‘, hem inşâ sûretinde îcâdı var. Varı yok etmek ve yoğu var etmek; en kolay, en suhûletli ve belki dâimî ve umûmî bir kanunudur. Bir baharda, üç yüz bin envâ‘-ı zîhayat mahlûkātın şekillerini, sıfatlarını, belki zerrâtlarından başka bütün keyfiyât ve ahvâllerini hiçten var eden bir kudrete karşı, “yoğu var edemez” diyen adam, yok olmalı! Tabiatı bırakan ve hakîkate geçen zât diyor ki, “Cenâb-ı Hakk’a zerrât adedince şükür ve hamd ü senâ ediyorum ki, kemâl-i îmânı kazandım, evhâm ve dalâletlerden kurtuldum; ve hiçbir şübhem de kalmadı.”اَلْحَمْدُ لِلّٰهِ عَلٰي د۪ينِ الْاِسْلَامِ وَكَمَالِ الْا۪يمَانِ
سُبْحَانَكَ لَا عِلْمَ لَنَٓا اِلَّا مَا عَلَّمْتَنَٓا اِنَّكَ اَنْتَ الْعَل۪يمُ الْحَك۪يمُ