
Sign up to save your podcasts
Or
Üçüncü Nükte: Bu fakir Said, Eski Said’den çıkmaya çalıştığım bir zamanda, rehbersizlikten ve nefs-i emmârenin gururundan gāyet müdhiş ve ma‘nevî bir fırtına içerisinde akıl ve kalbim hakāik içerisinde yuvarlandılar. Kâh Süreyyâ’dan serâya, kâh serâdan Süreyyâ’ya kadar bir sukūt ve suûd içerisinde çalkanıyorlardı. İşte o zaman müşâhede ettim ki, sünnet-i seniyenin mes’eleleri, hatta küçük âdâbları; gemilerde hatt-ı hareketi gösteren kıblenâmeli birer pusula gibi, hadsiz zararlı, zulümâtlı yollar içinde birer düğme hükmünde görüyordum. Hem o seyâhat-i rûhiyede çok tazyîkāt altında, gāyet ağır yükler yüklenmiş bir vaz‘iyette kendimi gördüğüm zamanda, sünnet-i seniyenin o vaz‘iyete temas eden mes’elelerine ittibâ‘ ettikçe, benim bütün ağırlıklarımı alıyor gibi bir hıffet buluyordum. Bir teslîmiyetle tereddüdlerden ve vesveselerden, “Acaba böyle hareket hak mıdır, maslahat mıdır?” diye endişelerden kurtuluyordum. Ne vakit elimi çekse idim, bakıyordum, tazyîkāt çok. Nereye gittikleri anlaşılmayan çok yollar var. Yük ağır, ben gāyet âcizim. Nazarım da kısa, yol da zulümâtlı. Ne vakit sünnete yapışsam; yol aydınlanıyor, selâmetli yol görünüyor, yük hafifleşiyor, tazyîkāt kalkıyor gibi bir hâlet hissediyordum. İşte o zamanlarda İmâm-ı Rabbânî’nin hükmünü bilmüşâhede tasdîk ettim.
Üçüncü Nükte: Bu fakir Said, Eski Said’den çıkmaya çalıştığım bir zamanda, rehbersizlikten ve nefs-i emmârenin gururundan gāyet müdhiş ve ma‘nevî bir fırtına içerisinde akıl ve kalbim hakāik içerisinde yuvarlandılar. Kâh Süreyyâ’dan serâya, kâh serâdan Süreyyâ’ya kadar bir sukūt ve suûd içerisinde çalkanıyorlardı. İşte o zaman müşâhede ettim ki, sünnet-i seniyenin mes’eleleri, hatta küçük âdâbları; gemilerde hatt-ı hareketi gösteren kıblenâmeli birer pusula gibi, hadsiz zararlı, zulümâtlı yollar içinde birer düğme hükmünde görüyordum. Hem o seyâhat-i rûhiyede çok tazyîkāt altında, gāyet ağır yükler yüklenmiş bir vaz‘iyette kendimi gördüğüm zamanda, sünnet-i seniyenin o vaz‘iyete temas eden mes’elelerine ittibâ‘ ettikçe, benim bütün ağırlıklarımı alıyor gibi bir hıffet buluyordum. Bir teslîmiyetle tereddüdlerden ve vesveselerden, “Acaba böyle hareket hak mıdır, maslahat mıdır?” diye endişelerden kurtuluyordum. Ne vakit elimi çekse idim, bakıyordum, tazyîkāt çok. Nereye gittikleri anlaşılmayan çok yollar var. Yük ağır, ben gāyet âcizim. Nazarım da kısa, yol da zulümâtlı. Ne vakit sünnete yapışsam; yol aydınlanıyor, selâmetli yol görünüyor, yük hafifleşiyor, tazyîkāt kalkıyor gibi bir hâlet hissediyordum. İşte o zamanlarda İmâm-ı Rabbânî’nin hükmünü bilmüşâhede tasdîk ettim.