
Sign up to save your podcasts
Or
İkinci Mes’ele-i Mühimme: تُسَبِّحُ لَهُ السَّمٰوَاتُ السَّبْعُ وَالْاَرْضُ وَمَنْ ف۪يهِنَّ ilâ âhirihî ve ثُمَّ اسْتَوٰٓي اِلَي السَّمَٓاءِ فَسَوّٰيهُنَّ سَبْعَ سَمٰوَاتٍ وَهُوَ بِكُلِّ شَيْءٍ عَل۪يمٌ Şu âyet-i kerîmeler gibi müteaddid âyetler, semâvâtı yedi semâ olarak beyân ediyorlar. İşârâtü’l-İ‘câz tefsîrinde eski harb-i umûmînin birinci senesinde cebhe-i harbde ihtisâr mecbûriyeti dolayısıyla gāyet mücmel beyân ettiğimiz o mes’elenin, yalnız bir hulâsasını yazmak münâsibdir. Şöyle ki: Eski hikmet, semâvâtı dokuz tasavvur etmiş. Lisân-ı şer‘îdeki Arş ve Kürsî’yi, yedi semâvât ile beraber kabûl etmişler. Acîb bir sûrette semâvâtı tasvîr etmişler. O eski hikmetin dâhî hukemâsının şa‘şaalı ifadeleri, nev‘-i beşeri çok asırlar müddetince tahakkümleri altında tutmuş. Hatta çok ehl-i tefsîr, âyâtın zâhirlerini onların mezhebine göre tevfîk etmeye mecbûr kalmışlar. O sûretle Kur’ân-ı Hakîm’in i‘câzına bir derece perde çekilmişti. Ve “hikmet-i cedîde” nâmı verilen yeni felsefe ise, eski felsefenin mürûr ve ubûra ve hark ve iltiyâma kābil olmayan semâvât hakkındaki ifrâtına mukābil tefrît edip, semâvâtın vücûdunu âdetâ inkâr ediyorlar. Evvelkiler ifrât, sonrakiler tefrît edip hakîkati tamamıyla gösterememişler.
İkinci Mes’ele-i Mühimme: تُسَبِّحُ لَهُ السَّمٰوَاتُ السَّبْعُ وَالْاَرْضُ وَمَنْ ف۪يهِنَّ ilâ âhirihî ve ثُمَّ اسْتَوٰٓي اِلَي السَّمَٓاءِ فَسَوّٰيهُنَّ سَبْعَ سَمٰوَاتٍ وَهُوَ بِكُلِّ شَيْءٍ عَل۪يمٌ Şu âyet-i kerîmeler gibi müteaddid âyetler, semâvâtı yedi semâ olarak beyân ediyorlar. İşârâtü’l-İ‘câz tefsîrinde eski harb-i umûmînin birinci senesinde cebhe-i harbde ihtisâr mecbûriyeti dolayısıyla gāyet mücmel beyân ettiğimiz o mes’elenin, yalnız bir hulâsasını yazmak münâsibdir. Şöyle ki: Eski hikmet, semâvâtı dokuz tasavvur etmiş. Lisân-ı şer‘îdeki Arş ve Kürsî’yi, yedi semâvât ile beraber kabûl etmişler. Acîb bir sûrette semâvâtı tasvîr etmişler. O eski hikmetin dâhî hukemâsının şa‘şaalı ifadeleri, nev‘-i beşeri çok asırlar müddetince tahakkümleri altında tutmuş. Hatta çok ehl-i tefsîr, âyâtın zâhirlerini onların mezhebine göre tevfîk etmeye mecbûr kalmışlar. O sûretle Kur’ân-ı Hakîm’in i‘câzına bir derece perde çekilmişti. Ve “hikmet-i cedîde” nâmı verilen yeni felsefe ise, eski felsefenin mürûr ve ubûra ve hark ve iltiyâma kābil olmayan semâvât hakkındaki ifrâtına mukābil tefrît edip, semâvâtın vücûdunu âdetâ inkâr ediyorlar. Evvelkiler ifrât, sonrakiler tefrît edip hakîkati tamamıyla gösterememişler.