Lem'alar Mecmuası

13. Lem'a/4, Sh 75 | 6.İşaret | Şeytan tahayyül-ü küfrîyi, tasdîk-i küfrî ile iltibâs ettirir


Listen Later

Altıncı İşaret: Şeytanın en tehlikeli bir desîsesi şudur ki: Bazı hassâs ve sâfî kalb insanlara, tahayyül-ü küfrîyi, tasdîk-i küfrî ile iltibâs ettirir. Tasavvur-u dalâleti, dalâletin tasdîki sûretinde gösterir. Ve mukaddes zâtlar ve münezzeh şeyler hakkında gāyet çirkin hâtıraları hayâline gösterir. Ve imkân-ı zâtîyi, imkân-ı aklî sûretinde gösterip, îmândaki yakînine münâfî bir şekk tarzını verir. O vakit o bîçâre hassâs adam, kendisinin dalâlet ve küfür içine düştüğünü tevehhüm edip îmândaki yakîninin zâil olduğunu zanneder, ye’se düşer.

SAYFA 76
O ye’isle şeytana maskara olur. Şeytan hem onun ye’isini, hem o zayıf damarını, hem o iltibâsını çok işlettirir, ya dîvâne olur, yahud هَرْچِه بَادْ اٰبَادْ der, dalâlete düşer. Şeytanın bu desîsesinin mâhiyeti ne kadar esassız olduğunu, bazı risâlelerde beyân ettiğimiz gibi, burada da icmâlen beyân edeceğiz. Şöyle ki: Nasıl ki aynadaki yılanın sûreti ısırmaz ve ateşin misâli yakmaz ve murdarın aksi telvîs etmez. Öyle de, hayâl ve fikir aynasında küfriyâtın ve şirkin akisleri ve dalâletin gölgeleri ve şetimli çirkin sözlerin hayâlleri i‘tikādı bozmaz, îmânı tağyîr etmez, hürmetli edebi kırmaz. Çünkü meşhur kaidedir ki: “Tahayyül-ü şetim, şetim olmadığı gibi, tahayyül-ü küfür dahi, küfür değildir ve tasavvur-u dalâlet de dalâlet değildir.” Îmânındaki şekk mes’elesi ise, imkân-ı zâtîden gelen ihtimâller, o yakîne münâfî değildir. Ve o yakîni bozmaz. İlm-i usûl-ü dînde kavâid-i mukarreredendir ki: اِنَّ الْاِمْكَانَ الذَّاتِيَّ لَا يُنَافِي الْيَق۪ينَ الْعِلْمِيَّ Meselâ: Barla Denizi, su olarak yerinde bulunduğuna yakînimiz var. Halbuki zâtında mümkündür ki; o deniz, bu dakikada batmış olsun ve batması mümkinâttandır. Bu imkân-ı zâtî, madem bir emâreden neş’et etmiyor, zihnî bir imkân olamaz ki, şekk olsun. Çünkü yine ilm-i usûl-ü dînde bir kāide-i mukarreredir ki: لَا عِبْرَةَ لِلْاِحْتِمَالِ غَيْرِ النَّاشِيءِ عَنْ دَل۪يلٍ Yani: “Bir emâreden gelmeyen bir ihtimâl-i zâtî ise, bir imkân-ı zihnî olmaz ki, şübhe verip, ehemmiyeti olsun.”
İşte bu desîse-i şeytâniyeye ma‘rûz olan bîçâre adam, hakāik-i îmâniyeye yakînini, böyle zâtî imkânlarla kaybediyorum zanneder. Meselâ: Hazret-i Peygamber Aleyhissalâtü Vesselâm hakkında beşeriyet i‘tibâriyle çok imkân-ı zâtî hâtırına geliyor ki, îmânın cezm ve yakînine zarar vermez. Fakat o, zarar verdi zanneder, zarara düşer. Hem bazen şeytan, kalb üstündeki lümmesi cihetinden Cenâb-ı Hak hakkında fenâ sözler söyler. O adam zanneder ki; “Benim kalbim bozulmuş ki, böyle söylüyor” der, titrer. Halbuki onun titremesi ve korkması ve adem-i rızâsı delildir ki, o sözler, onun kalbinden gelmiyor, belki lümme-i şeytâniyeden geliyor veya şeytan tarafından ihtârve tahayyül ediliyor. Hem insanın letâifi içinde teşhîs edemediğim bir iki latîfe var ki, ihtiyâr ve irâdeyi dinlemezler; belki mes’ûliyet altına da giremezler. Bazen o latîfeler hükmediyorlar, hakkı dinlemiyor, yanlış şeylere giriyorlar. O vakit şeytan, o adama telkîneder ki: “Senin isti‘dâdın hakka ve îmâna muvâfık değil ki, böyle ihtiyârsız bâtıl şeylere
SAYFA 77
giriyorsun. Demek senin kaderin, seni şekāvete mahkûm etmiştir.” O bîçâre adam, ye’se düşüp, helâkete gider. İşte şeytanın evvelki desîselerine karşı mü’minin tahassungâhı, muhakkikîn-i asfiyânın düstûrlarıyla hududu taayyün eden hakāik-i îmâniye ve muhkemât-ı Kur’âniyedir. Ve âhirdeki desîselerine karşı, istiâze ile ehemmiyet vermemektir. Çünkü ehemmiyet verdikçe, nazar-ı dikkati celb ettirip büyür, şişer. Mü’minin böyle ma‘nevî yaralarına tiryâk ve merhem, sünnet-i seniyedir.

...more
View all episodesView all episodes
Download on the App Store

Lem'alar MecmuasıBy Av. Ali Kurt