
Sign up to save your podcasts
Or
Şeytan döndü, yine dedi ki: “Kur’ân’ın mesâili gibi çok zâtlar o çeşit mes’eleleri din nâmına söylüyorlar. Onun için bir beşer, din nâmına böyle bir şey yapmak mümkün değil mi?” Cevâben Kur’ân’ın nûruyla dedim ki: Evvelâ, dindâr bir adam din muhabbeti için, “Hak böyledir, hakîkat budur, Allah’ın emri böyledir” der. Yoksa Allah’ı kendi keyfine konuşturmaz. Hadsiz derece haddinden tecâvüz edip, Allah’ın taklîdini yapıp, onun yerinde konuşmaz. فَمَنْ اَظْلَمُ مِمَّنْ كَذَبَ عَلَي اللّٰهِ düstûrundan titrer. Ve sâniyen, bir beşer kendi başına böyle yapması ve muvaffak olması, hiçbir cihetle mümkün değildir. Belki yüz derece muhâldir. Çünkü birbirine yakın zâtlar, birbirini taklîd edebilirler. Bir cinsten olanlar, birbirinin sûretine girebilirler. Mertebece birbirine yakın olanlar, birbirinin makamlarını taklîd edebilirler. Muvakkaten insanları iğfâl ederler. Fakat dâimî iğfâl edemezler. Çünkü ehl-i dikkat nazarında alâküllihal etvâr ve ahvâli içindeki tasannuâtlar ve tekellüfâtlar sahtekârlığını gösterecek. Hilesi devam etmeyecek. Eğer sahtekârlıkla taklîde çalışan ötekinden gayet uzaksa, meselâ âdî bir adam, İbn-i Sînâ gibi bir dâhîyi ilimde taklîd etmek istese ve bir çoban bir padişahın vaz‘iyetini takınsa, elbette hiç kimseyi aldatamayacak. Belki kendi maskara olacak. Her bir hâli bağıracak ki: “Bu sahtekârdır!” İşte -hâşâ, yüz bin def‘a hâşâ! - Kur’ân beşer kelâmı farz edildiği vakit, nasıl bir yıldız böceği bin sene tekellüfsüz hakîkî bir yıldız olarak rasad ehline görünsün? Hem bir sinek bir sene tamamen tavus sûretini tasannu‘suz temâşâ ehline göstersin? Hem sahtekâr âmî bir nefer, nâmdâr âlî bir müşîrin tavrını takınsın, makamında otursun, çok zaman öyle kalsın, hilesini ihsâs etmesin? Hem müfterî i‘tikādsız bir adam müddet-i ömründe dâimâ en sâdık, en emîn, en mu‘tekid bir zâtın keyfiyetini ve vaz‘iyetini en müdakkik nazarlara karşı telâşsız göstersin, dâhîlerin nazarında tasannuu saklansın? Bu ise yüz derece muhâldir. Ona hiçbir zîakıl mümkün diyemez. Öyle de farz etmek dahi, bedîhî bir muhâli vâki‘ farz etmek gibi bir hezeyandır.
Şeytan döndü, yine dedi ki: “Kur’ân’ın mesâili gibi çok zâtlar o çeşit mes’eleleri din nâmına söylüyorlar. Onun için bir beşer, din nâmına böyle bir şey yapmak mümkün değil mi?” Cevâben Kur’ân’ın nûruyla dedim ki: Evvelâ, dindâr bir adam din muhabbeti için, “Hak böyledir, hakîkat budur, Allah’ın emri böyledir” der. Yoksa Allah’ı kendi keyfine konuşturmaz. Hadsiz derece haddinden tecâvüz edip, Allah’ın taklîdini yapıp, onun yerinde konuşmaz. فَمَنْ اَظْلَمُ مِمَّنْ كَذَبَ عَلَي اللّٰهِ düstûrundan titrer. Ve sâniyen, bir beşer kendi başına böyle yapması ve muvaffak olması, hiçbir cihetle mümkün değildir. Belki yüz derece muhâldir. Çünkü birbirine yakın zâtlar, birbirini taklîd edebilirler. Bir cinsten olanlar, birbirinin sûretine girebilirler. Mertebece birbirine yakın olanlar, birbirinin makamlarını taklîd edebilirler. Muvakkaten insanları iğfâl ederler. Fakat dâimî iğfâl edemezler. Çünkü ehl-i dikkat nazarında alâküllihal etvâr ve ahvâli içindeki tasannuâtlar ve tekellüfâtlar sahtekârlığını gösterecek. Hilesi devam etmeyecek. Eğer sahtekârlıkla taklîde çalışan ötekinden gayet uzaksa, meselâ âdî bir adam, İbn-i Sînâ gibi bir dâhîyi ilimde taklîd etmek istese ve bir çoban bir padişahın vaz‘iyetini takınsa, elbette hiç kimseyi aldatamayacak. Belki kendi maskara olacak. Her bir hâli bağıracak ki: “Bu sahtekârdır!” İşte -hâşâ, yüz bin def‘a hâşâ! - Kur’ân beşer kelâmı farz edildiği vakit, nasıl bir yıldız böceği bin sene tekellüfsüz hakîkî bir yıldız olarak rasad ehline görünsün? Hem bir sinek bir sene tamamen tavus sûretini tasannu‘suz temâşâ ehline göstersin? Hem sahtekâr âmî bir nefer, nâmdâr âlî bir müşîrin tavrını takınsın, makamında otursun, çok zaman öyle kalsın, hilesini ihsâs etmesin? Hem müfterî i‘tikādsız bir adam müddet-i ömründe dâimâ en sâdık, en emîn, en mu‘tekid bir zâtın keyfiyetini ve vaz‘iyetini en müdakkik nazarlara karşı telâşsız göstersin, dâhîlerin nazarında tasannuu saklansın? Bu ise yüz derece muhâldir. Ona hiçbir zîakıl mümkün diyemez. Öyle de farz etmek dahi, bedîhî bir muhâli vâki‘ farz etmek gibi bir hezeyandır.