İşbu cihetten dahi devâ bulamadım. Sonra başımı kaldırıp, şecere-i ömrümün başına baktım. Gördüm ki, o ağacın tek meyvesi, benim cenazemdir ki, o ağacın üstünde duruyor, bana bakıyor. (Hâşiye-1)
دَرْ قَدَمْ اٰبُ خَاكِ خِلْقَتِ مَنْ وَخَاكِسْتَرِ عِظَامِ مَنَسْتْ
O cihetten dahi me’yûs olup, başımı aşağıya eğdim. Baktım ki, aşağıda ayak altında, kemiklerimin toprağıyla mebde’-i hilkatimin toprağı birbirine karışmış gördüm. Derman değil, derdime derd kattı. (Hâşiye-2)
چُونْ دَرْ پَسْ م۪ينِكَرَمْ ب۪ينَمْ ا۪ينْ دُنْيَايِ ب۪ي بُنْيَادْ ه۪يچْ دَرْ ه۪يچَسْتْ
Ondan dahi nazarı çevirip, arkama baktım. Gördüm ki, esassız, fânî bir dünya, hiçlik derelerinde ve adem zulümâtında yuvarlanıp gidiyor. Derdime merhem değil, belki vahşet ve dehşet zehirini ilâve etti. (Hâşiye-3)
وَدَرْ پ۪يشْ اَنْدَازَۀِ نَظَرْ م۪يكُنَمْ دَرِ قَبْرْ كُشَادَه اَسْتْ وَرَاهِ اَبَدْ دُورُو دِرَازْ بَد۪يدَا رَسْتْ
Onda dahi hayır görmediğim için, ön tarafıma, ileriye nazarımı gönderdim. Gördüm ki, kabir kapısı yolumun başında açık görünüp, onun arkasında ebede giden cadde uzaktan uzağa nazara çarpıyor. (Hâşiye-4)
Hâşiye-1: Îmân o ağacın meyvesini cenaze değil, belki ebedî hayata mazhar ve ebedî saadete nâmzed olan ruhumun eskimiş yuvasından yıldızlarda gezmek için çıktığını gösterir.
Hâşiye-2: Îmân, o toprağı rahmet kapısı ve cennet salonunun perdesi olduğunu gösterir.
Hâşiye-3: Îmân, o zulümâtta yuvarlanan dünyayı, vazîfesi bitmiş, ma‘nâsını ifade etmiş, neticelerini kendine bedel vücûdda bırakmış mektûbât-ı Samedâniye ve sahâif-i nukūş-u Sübhâniye olduğunu gösterir.
Hâşiye-4: Îmân, o kabir kapısını âlem-i nûr kapısı ve o yol dahi saadet-i ebediye yolu olduğunu gösterdiğinden, derdlerime hem derman, hem merhem olur.
SAYFA 69
مَرَا جُزْءِ اِخْتِيَار۪ي چ۪يز۪ي ن۪يسْتْ دَرْ دَسْتْ
İşte şu altı cihette ünsiyet ve teselli değil, belki dehşet ve vahşet aldığım onlara mukābil, benim elimde bir cüz’-i ihtiyârîden başka hiçbir şey yoktur ki, ona dayanıp, onunla mukābele edeyim. (Hâşiye-1)
كِه اُو جُزْءْ هَمْ عَاجِزْ هَمْ كُوتَاهُ هَمْ كَمْ عَيَارَسْتْ
Hâlbuki o cüz’-i ihtiyârî denilen silâh-ı insanî hem âciz, hem kısadır. Hem ayarı noksândır, îcâd edemez. Kesbden başka hiçbir şey elinden gelmez. (Hâşiye-2)
نَه دَرْ مَاض۪ي مَجَالِ حُلُولْ نَه دَرْ مُسْتَقْبَلْ مَدَارِ نُفُوذَ اسْتْ
Ne geçmiş zamana hulûl edebilir, ne de gelecek zamana nüfûz edebilir. Mâzî ve müstakbele âit emellerime ve elemlerime fâidesi yoktur. (Hâşiye-3)
مَيْدَانِ اُو ا۪ينْ زَمَانِ حَالُ و يَكْ اٰنِ سَيَّالَسْتْ
O cüz’-i ihtiyârînin meydân-ı cevelânı, kısacık şu zamân-ı hâzır ve bir ân-ı seyyâldir.
بَا ا۪ينْ هَمَه فَقْرْهَا وَضَعْفْهَا قَلَمِ قُدْرَتِ تُو اٰشِكَارَه نُوِشْتَه اَسْتْ دَرْ فِطْرَتِ مَامَيْلِ اَبَدْ وَاَمَلِ سَرْمَدْ
İşte şu bütün ihtiyaçlarımla ve zayıflığımla ve fakr ve aczimle beraber, altı cihetten gelen dehşetler ve vahşetlerle perişan bir halde iken,
Hâşiye-1: Îmân, o cüz’-i lâyetecezzâ hükmündeki cüz’-i ihtiyârî yerine, gayr-i mütenâhî bir kudrete istinâd etmek için bir vesîka verir. Ve belki bir vesîkadır.
Hâşiye-2: Îmân, o cüz’-i ihtiyârîyi, Allah nâmına isti‘mâl ettirip her şeye karşı kâfî getirir. Bir askerin cüz’î kuvvetini devlet hesabına isti‘mâl ettiği vakit, binler kuvvetinden fazla işler görmesi gibi.
Hâşiye-3: Îmân, dizginini cism-i hayvânînin elinden alıp, kalbe, ruha teslîm ettiği için, mâzîye nüfûz ve müstakbele hulûl edebilir. Çünkü kalb ve ruhun dâire-i hayatı geniştir.
SAYFA 70
kalem-i kudretle sahîfe-i fıtratımda ebede uzanan arzuları ve sermede yayılan emelleri âşikâre bir sûrette yazılmıştır. Mâhiyetimde derc edilmiştir.
بَلْكِه هَرْچِه هَسْتْ هَسْتْ
Belki dünyada ne varsa, numûneleri fıtratımda vardır. Umum onlara karşı alâkadârım. Onlar için çalıştırıyorum, çalışıyorum.
دَائِرَۀِ اِحْتِيَاجْ مَانَنْدِ دَائِرَۀِ مَدِّ نَظَرْ بُزُرْك۪ي دَارَدْ
İhtiyaç dâiresi, nazar dâiresi kadar büyüktür, geniştir.