
Sign up to save your podcasts
Or
Üçüncü Vecih budur ki, eşyâ mâbeynlerinde bazı münâsebât-ı hafiye bulunur. Hatta hiç ümid etmediğin şeyler içinde münâsebet ipleri bulunur. Ya bizzât bulunur veya senin hayâlin meşgul olduğu san‘ata göre o ipleri yapmış. Onları birbiriyle bağlamış. Şu sırr-ı münâsebettendir ki, bazen bir mukaddes şeyi görmek, bir mülevves şeyi hatıra getirir. Fenn-i beyânda beyân olunduğu gibi, hâriçte uzaklık sebebi olan zıddiyet ise, hayâlde sebeb-i kurbiyettir. Yani iki zıddın sûretlerinin cem‘ine vâsıta, bir münâsebet-i hayâliyedir. Bu münâsebetle gelen tahattura ‘tedâî-i efkâr’ ta‘bîr edilir. Meselâ, sen namazda münâcâtta, Ka‘be karşısında, huzûr-u İlâhîde iken, âyâtı tefekkürde olduğun bir halde, şu tedâî-i efkâr, seni tutup en uzak mâlâya‘niyât-ı rezîleye sevk eder. Senin başın böyle bir tedâî-i efkâra mübtelâ ise, sakın telâş etme. Belki intibâha geldiğin anda dön. “Aman, ne kusur ettim!” deyip, tedkîkle meşgul olup durma. Tâ o zayıf münâsebet, senin dikkatinle kuvvet peydâ etmesin. Zîrâ teessür gösterdikçe, ehemmiyet verdikçe, senin o zayıf tahatturun melekeye döner. Bir maraz-ı hayâlî olur. Korkma, maraz-ı kalbî değil. Şu nevi‘ tahattur ise, gāliben ihtiyârsızdır. Hususan hassâs asabîlerde daha gālibdir. Şeytan şu nevi‘ vesvesenin ma‘denini çok işlettirir. Şu yaranın merhemi şudur ki, tedâî-i efkâr, gāliben ihtiyârsızdır. Onda mes’ûliyet yoktur. Hem tedâîde mücâveret var. Temas ve ihtilât yoktur.
Üçüncü Vecih budur ki, eşyâ mâbeynlerinde bazı münâsebât-ı hafiye bulunur. Hatta hiç ümid etmediğin şeyler içinde münâsebet ipleri bulunur. Ya bizzât bulunur veya senin hayâlin meşgul olduğu san‘ata göre o ipleri yapmış. Onları birbiriyle bağlamış. Şu sırr-ı münâsebettendir ki, bazen bir mukaddes şeyi görmek, bir mülevves şeyi hatıra getirir. Fenn-i beyânda beyân olunduğu gibi, hâriçte uzaklık sebebi olan zıddiyet ise, hayâlde sebeb-i kurbiyettir. Yani iki zıddın sûretlerinin cem‘ine vâsıta, bir münâsebet-i hayâliyedir. Bu münâsebetle gelen tahattura ‘tedâî-i efkâr’ ta‘bîr edilir. Meselâ, sen namazda münâcâtta, Ka‘be karşısında, huzûr-u İlâhîde iken, âyâtı tefekkürde olduğun bir halde, şu tedâî-i efkâr, seni tutup en uzak mâlâya‘niyât-ı rezîleye sevk eder. Senin başın böyle bir tedâî-i efkâra mübtelâ ise, sakın telâş etme. Belki intibâha geldiğin anda dön. “Aman, ne kusur ettim!” deyip, tedkîkle meşgul olup durma. Tâ o zayıf münâsebet, senin dikkatinle kuvvet peydâ etmesin. Zîrâ teessür gösterdikçe, ehemmiyet verdikçe, senin o zayıf tahatturun melekeye döner. Bir maraz-ı hayâlî olur. Korkma, maraz-ı kalbî değil. Şu nevi‘ tahattur ise, gāliben ihtiyârsızdır. Hususan hassâs asabîlerde daha gālibdir. Şeytan şu nevi‘ vesvesenin ma‘denini çok işlettirir. Şu yaranın merhemi şudur ki, tedâî-i efkâr, gāliben ihtiyârsızdır. Onda mes’ûliyet yoktur. Hem tedâîde mücâveret var. Temas ve ihtilât yoktur.