Şu Söz “Beş Dal” dır. Dördüncü Dal’a dikkat et. Beşinci Dal’a yapış, çık. Meyvelerini kopar, al.
بِسْمِ اللّٰهِ الرَّحْمٰنِ الرَّح۪يمِ ٭ اَللّٰهُ لَٓا اِلٰهَ اِلَّا هُوَ لَهُ الْاَسْمَٓاءُ الْحُسْنٰي
Şu âyet-i celîlenin şecere-i nûrâniyesinin çok hakîkatlerinden bir hakîkatinin beş dalına işaret ederiz.
Birinci Dal: Nasıl ki bir sultanın kendi hükûmetinin dâirelerinde ayrı ayrı ünvanları; ve raiyetinin tabakalarında başka başka nâm ve vasıfları; ve saltanatının mertebelerinde çeşit çeşit isim ve alâmetleri vardır. Meselâ, adliye dâiresinde hâkim-i âdil ve mülkiyede sultan ve askeriyede kumandan-ı a‘zam ve ilmiyede halîfe, daha buna kıyâsen sâir isim ve ünvanlarını bilsen, anlarsın ki, bir tek padişah, saltanatının dâirelerinde ve tabaka-i hükûmet mertebelerinde bin isim ve ünvana sâhib olabilir. Güya o hâkim, her bir dâirede şahsiyet-i ma‘neviye haysiyetiyle ve telefonuyla mevcûd ve hazırdır. Bulunur ve bilir. Ve her tabakada kanunuyla, nizâmıyla, mümessiliyle meşhûd ve nâzırdır, görünür, görür. Ve her bir mertebede perde arkasında hükmüyle, ilmiyle, kuvvetiyle mutasarrıf ve basîrdir. İdare eder, bakar.
Öyle de, Ezel Ebed Sultanı olan Rabbü’l-Âlemîn için, rubûbiyetinin mertebelerinde ayrı ayrı, fakat birbirine bakar şe’n ve nâmları; ve ulûhiyetinin dâirelerinde başka başka, fakat birbiri içinde görünür isim ve nişanları; ve haşmet-nümâ icrââtında ayrı ayrı, fakat birbirine benzer temessül ve cilveleri; ve kudretinin tasarrufâtında başka başka, fakat birbirini ihsâs eder ünvanları var. Ve sıfatlarının tecelliyâtında başka başka, fakat birbirini gösterir mukaddes zuhûrâtı var. Ve ef‘âlinin cilvelerinde çeşit çeşit, fakat birbirini ikmâl eder hikmetli tasarrufâtı var. Ve rengârenk san‘atında ve mütenevvi‘ masnûâtında çeşit çeşit, fakat birbirini temâşâ eder haşmetli rubûbiyâtı vardır. Bununla beraber kâinâtın her bir âleminde, her bir tâifesinde esmâ-yı hüsnâdan bir isminin ünvanı tecellî eder. O isim, o dâirede hâkimdir. Başka isimler orada ona tâbi‘dirler, belki onun zımnında bulunurlar. Hem mahlûkātın her bir tabakasında, az ve çok, küçük ve büyük, hâs ve âmm her birisinde hâs bir tecellî, hâs bir rubûbiyet, hâs bir isimle cilvesi vardır. Yani o isim her şeye muhît ve âmm olduğu halde, öyle bir kasıd ve ehemmiyetle bir şeye teveccüh eder, güya o isim yalnız o şeye hâstır.
SAYFA 124
Hem bununla beraber Hâlik-ı Zülcelâl, her şeye yakın olduğu halde, yetmiş bine yakın nûrânî perdeleri vardır. Meselâ, sana tecellî eden Hâlık isminin, mahlûkiyetindeki cüz’î mertebesinden tut, tâ bütün kâinâtın Hâlik’ı olan mertebe-i kübrâ ve ünvân-ı a‘zama kadar ne kadar perdeler bulunduğunu kıyâs edebilirsin. Demek, bütün kâinâtı arkada bırakmak şartıyla mahlûkiyetin kapısından Hâlık isminin müntehâsına yetişirsin. Dâire-i sıfâta yanaşırsın.
Madem perdelerin birbirine temâşâ eder pencereleri var. Ve isimler birbiri içinde görünüyor. Ve şuûnât birbirine bakar. Ve temessülât birbiri içine girer. Ve ünvanlar birbirini ihsâs eder. Ve zuhûrât birbirine benzer. Ve tasarrufât birbirine yardım edip itmâm eder. Ve rubûbiyetin mütenevvi‘ terbiyeleri birbirine imdâd edip muâvenet eder. Elbette gerektir ki, Cenâb-ı Hakk’ı bir isim, bir ünvan ile, bir rubûbiyetle ve hâkezâ tanısa, başka ünvanları, rubûbiyetleri, şe’nleri içinde inkâr etmesin. Belki her bir ismin cilvesinden sâir esmâya intikāletmezse zarar eder. Meselâ, Kadîr ve Hâlık isminin eserini görse, Alîm ismini görmezse, gaflet ve tabiat dalâletine düşebilir. Belki lâzım gelir ki, onun nazarı, dâimâ karşısında هُوَ هُوَ اللّٰهُ okusun, görsün. Onun kulağı her şeyden قُلْ هُوَ اللّٰهُ اَحَدٌ dinlesin, işitsin. Onun lisanı لَٓا اِلٰهَ اِلَّا هُوَ بَرَابَرْ م۪يزَنَدْ عَالَمْ desin, i‘lân etsin. İşte Kur’ân-ı Mübîn اَللّٰهُ لَٓا اِلٰهَ اِلَّا هُوَ لَهُ الْاَسْمَٓاءُ الْحُسْنٰي fermanıyla, zikrettiğimiz hakîkatlere işaret eder. Eğer o yüksek hakîkatleri yakından temâşâ etmek istersen, git, fırtınalı bir denizden, zelzeleli bir zeminden sor. “Ne diyorsunuz?” de!