Dördüncü Dal: اَلَمْ تَرَ اَنَّ اللّٰهَ يَسْجُدُ لَهُ مَنْ فِي السَّمٰوَاتِ وَمَنْ فِي الْاَرْضِ وَالشَّمْسُ وَالْقَمَرُ وَالنُّجُومُ وَالْجِبَالُ وَالشَّجَرُ وَالدَّوَابُّ وَكَث۪يرٌ مِنَ النَّاسِ وَكَث۪يرٌ حَقَّ عَلَيْهِ الْعَذَابُ وَمَنْ يُهِنِ اللّٰهُ فَمَا لَهُ مِنْ مُكْرِمٍ اِنَّ اللّٰهَ يَفْعَلُ مَا يَشَٓاءُ ٭ صَدَقَ اللّٰهُ الْعَظ۪يمُ ٭ (Hâşiye) Şu büyük ve geniş âyetin hazinesinden yalnız bir tek cevherini göstereceğiz. Şöyle ki: Kur’ân-ı Hakîm tasrîh ediyor ki, Arş’tan ferşe, yıldızlardan sineklere, meleklerden semeklere, seyyârâttan zerrelere kadar her şey, Cenâb-ı Hakk’a secde ve ibâdet ve hamd ve tesbîh eder. Fakat ibâdetleri, mazhar oldukları esmâlara ve kābiliyetlerine göre ayrı ayrıdır, çeşit çeşittir. Biz onların ibâdetlerinin tenevvüünün bir nev‘ini, bir temsîl ile beyân ederiz.
Meselâ, وَلِلّٰهِ الْمَثَلُ الْاَعْلٰي azîm bir Mâlikü’l-Mülk, büyük bir şehri veya muhteşem bir sarayı bina ettiği vakit, o zât dört nevi‘ ameleyi onun binasında istihdâm ve isti‘mâl eder. Birinci nevi‘ onun memlûk ve köleleridir. Bu nev‘in, ne maaşı var ve ne de ücreti var. Belki onlar, seyyidlerinin emriyle işledikleri her amelde, onların gayet latîf bir zevk ve hoş bir şevkleri vardır. Seyyidlerinin medhinden ve vasfından ne deseler, onların zevkini ve şevkini ziyâde eder. Onlar, o mukaddes seyyidlerine intisâblarını büyük bir şeref bilerek, onunla iktifâ ediyorlar. Hem o seyyidin nâmıyla, hesabıyla, nazarıyla işlere bakmalarında ma‘nevî lezzet buluyorlar. Ücret ve rütbeye ve maaşa muhtaç olmuyorlar.
İkinci kısım ki, bazı âmî hizmetkârlardır. Bilmiyorlar, ne için işliyorlar. Belki o Mâlik-i Zîşân onları isti‘mâl ediyor. Kendi fikriyle ve ilmiyle onları çalıştırıyor. Onlara lâyık bir cüz’î ücret dahi veriyor. O hizmetkârlar bilmiyorlar ki, amellerine ne çeşit küllî gayeler, âlî maslahatlar terettüb ediyor. Hatta bazıları tevehhüm ediyorlar ki, onların amelleri yalnız kendilerine âit o ücret ve maaşından başka gayesi yoktur.
Üçüncü kısım, o Mâlikü’l-Mülk’ün bir kısım hayvanâtı var. Onları o şehrin, o sarayın binasında bazı işlerde istihdâm ediyor. Onlara yalnız bir yem veriyor. Onların da isti‘dâdlarına muvâfık işlerde çalışmaları, onlara bir telezzüz veriyor. Çünkü bilkuvve bir kābiliyet ve bir isti‘dâd, fiil ve amel sûretine girse, inbisât ile teneffüs eder, bir lezzet verir ve bütün fa‘âliyetlerdeki lezzet bu sırdandır. Şu kısım hizmetkârların ücret ve maaşları, yalnız yem ve şu lezzet-i ma‘neviyedir. Onunla iktifâ ederler.
Hâşiye: Dikkat, bu âyet secde âyetidir.
Sayfa 143
Dördüncü kısım, öyle amelelerdir ki, biliyorlar, ne işliyorlar ve ne için işliyorlar? Ve kimin için işliyorlar? Ve sâir ameleler ne için işliyorlar? Ve o Mâlikü’l-Mülk’ün maksadı nedir, ne için işlettiriyor? İşte bu nevi‘ amelelerin sâir amelelere bir riyâset ve nezâretleri var. Onların derecât ve rütbelerine göre, derece derece maaşları var. Aynen bunun gibi, semâvât ve arzın Mâlik-i Zülcelâl’i ve dünya ve âhiretin Bânî-i Zülcemâl’i olan Rabbü’l-Âlemîn, değil ihtiyaç için, çünkü her şeyin Hâlik’ı odur, belki izzet ve azamet ve rubûbiyetin şuûnâtı gibi bazı hikmetler için, şu kâinât sarayında, şu dâire-i esbâb içinde hem melâikeyi, hem hayvanâtı, hem cemâdât ve nebâtâtı, hem insanları istihdâm ediyor. Onlara ibâdet ettiriyor. Şu dört nev‘î, ayrı ayrı vezâif-i ubûdiyetle mükellef etmiştir.
Birinci kısım temsîlde memlûklere misâl melâikelerdir. Melâikeler ise, onlarda mücâhede ile terakkıyât yoktur, belki her birinin sâbit bir makamı, muayyen bir rütbesi vardır. Fakat onların nefs-i amellerinde bir zevk-i mahsûsaları var. Nefs-i ibâdetlerinde derecâtlarına göre tefeyyüzleri var. Demek o hizmetkârlarının mükâfâtı, hizmetlerinin içindedir. Nasıl insan mâ, hava ve ziyâ ve gıda ile tegaddî edip telezzüz eder. Öyle de, melekler zikir ve tesbîh ve hamd ve ibâdet ve ma‘rifet ve muhabbetin envârıyla tegaddî edip telezzüz ediyorlar. Çünkü onlar nûrdan mahlûk oldukları için, gıdalarına nûr kâfîdir.