YİRMİNCİ LEM‘A
İhlâs hakkındadır.
Onyedinci Lem‘a’nın Onyedinci Notası’nın beş noktadan ibâret olan İkinci Mes’elesi’nin Birinci Noktası iken, ehemmiyetine binâen Yirminci Lem‘a oldu.
Tenbîh: Bu mübârek Isparta’nın medâr-ı şükrân bir hüsn-ü tâliidir ki, ondaki ehl-i takvâ ve ehl-i tarîkat ve ehl-i ilminsâir yerlere nisbeten rekābetkârâne ihtilâfları görünmüyor. Gerçi lâzım olan hakîkî muhabbet ve ittifâk yoksa da, zararlı muhâlefet ve rekābet de başka yerlere nisbeten yoktur. بِسْمِ اللّٰهِ الرَّحْمٰنِ الرَّح۪يمِ ٭ اِنَّٓا اَنْزَلْنَٓا اِلَيْكَ الْكِتَابَ بِالْحَقِّ فَاعْبُدِ اللّٰهَ مُخْلِصًا لَهُ الدّ۪ينَ ٭ اَلَا لِلّٰهِ الدّ۪ينُ الْخَالِصُ âyetiyle هَلَكَ النَّاسُ اِلَّا الْعَالِمُونَ وَهَلَكَ الْعَالِمُونَ اِلَّا الْعَامِلُونَ وَهَلَكَ الْعَامِلُونَ اِلَّاالْمُخْلِصُونَ وَالْمُخْلِصُونَ عَلٰي خَطَرٍ عَظ۪يمٍ ev kemâ kāl Hadîs-i şerîfi, ikisi de ihlâs, İslâmiyet’te ne kadar mühim bir esas olduğunu gösteriyorlar. Bu ihlâs mes’elesinin hadsiz nüktelerinden; yalnız beş noktayı muhtasaran beyân edeceğiz.
Birinci Nokta: Mühim ve müdhiş bir suâl: Neden ehl-i dünyâ ve ehl-i gaflet, hatta ehl-i dalâlet ve ehl-i nifâk,
Sayfa 156
rekābetsiz ittifâk ettikleri halde, ehl-i hak ve ehl-i vifâkolan ashâb-ı diyânet ve ehl-i ilim ve ehl-i tarîkat, neden rekābetli ihtilâf ediyorlar? İttifâk ehl-i vifâkın hakkı iken ve hilâf ehl-i nifâkın lâzımı iken, neden bu hak oraya geçti ve şu haksızlık buraya geldi?
Elcevab: Bu elîm ve fecî‘ ve ehl-i hamiyeti ağlattıracak hâdise-i müdhişenin pek çok esbâbından yedi sebebini beyân ederiz.
Birinci Sebeb: Ehl-i hakkın ihtilâfı hakîkatsizlikten gelmediği gibi, ehl-i gafletin ittifâkı da hakîkatdârlıktan değildir. Belki, ehl-i dünyânın ve ehl-i siyâsetin ve ehl-i mekteb gibi hayat-ı ictimâiyenin tabakātında birer muayyen vazîfe ile ve hâs bir hizmetle meşgul olan tâifelerin ve cemâatlerin ve cem‘iyetlerin vazîfeleri taayyün edip ayrılmış. Ve o vezâif mukābilinde alacakları maîşet noktasındaki maddî ücret ve hubb-u câh ve şân ve şeref noktasında teveccüh-ü nâstan (Hâşiye) alacakları ma‘nevî ücretleri taayyün etmiş, ayrılmış. Müzâhame ve münâkaşayı ve rekābeti intâc edecek derecede bir iştirâk yok. Onun için, bunlar ne kadar fenâ meslekte de gitseler, birbiriyle ittifâk edebilirler.
Ama ehl-i dîn ve ashâb-ı ilim ve erbâb-ı tarîkat ise, bunların herbirinin vazîfesi umuma baktığı gibi, muaccel ücretleri de taayyün ve tahassus etmiyor ve herbirinin makam-ı ictimâîde ve teveccüh-ü nâsta ve hüsn-ü kabûldeki hisseleri de tahassus etmediğinden, bir makama çoklar nâmzed olur. Ve maddî ve ma‘nevî herbir ücrete, çok eller uzanabilir. O noktadan müzâhame ve rekābet tevellüd edip, vifâkı nifâka, ittifâkı ihtilâfa tebdîl eder. İşte bu müdhiş marazın merhemi ve ilacı, ihlâstır. Yani hakperestliği nefisperestliğe tercîh etmekle ve hakkın hâtırı, nefsin ve enâniyetin hâtırına gālib gelmekle
Hâşiye: İhtâr: Teveccüh-ü nâs istenilmez, belki verilir. Verilse de onunla hoşlanılmaz. Hoşlanılsa, ihlâsı kaybeder, riyâya girer. Şân ve şeref arzusuyla gelen teveccüh-ü nâs ise; ücret ve mükâfât değildir. Belki ihlâssızlık yüzünden gelen bir itâb ve bir mücâzâttır. Evet, amel-i sâlihin hayatı olan ihlâsın zararına teveccüh-ü nâs ve şân ve şeref, kabir kapısına kadar olan muvakkat bir lezzet-i cüz’iyeye mukābil, kabrin öbür tarafında azâb-ı kabir gibi nâhoş bir şekil aldığından, teveccüh-ü nâsı arzu etmek değil, belki ondan ürkmek ve kaçınmak lâzımdır. Şöhretperestlerin ve şân ve şeref peşinde koşanların kulakları çınlasın!
اِنْ اَجْرِيَ اِلَّا عَلَي اللّٰهِ sırrına mazhar olup, nâstan gelen maddî ve ma‘nevî ücretten istiğnâ (Hâşiye-1) etmekle وَمَا عَلَي الرَّسُولِ اِلَّا الْبَلَاغُ sırrına mazhar olup, hüsn-ü kabûl ve hüsn-ü te’sîr ve teveccüh-ü nâsı kazanmak noktalarını Cenâb-ı Hakk’ın vazîfesi ve ihsânı olduğunu; ve kendi vazîfesi olan teblîğde dâhil olmadığını ve lâzım da olmadığını ve onunla da mükellef olmadığını bilmekle ihlâsa muvaffak olur. Yoksa ihlâsı kaçırır.