Yedinci Sebeb: Ehl-i hak ve hakîkatin ihtilâfı ve rekābetleri, kıskançlıktan ve hırs-ı dünyâdan gelmediği gibi; ehl-i dünyânın ve ehl-i gafletin ittifâkları dahi, civânmerdlikten ve ulüvv-ü cenâblıktan değildir. Belki ehl-i hakîkat, hakîkatten gelen ulüvv-ü cenâblığı ve ulüvv-ü himmeti ve tarîk-i hakta memduh olan müsâbakayı tam muhâfaza edemediklerinden ve nâ-ehillerin girmesi yüzünden bir derece sû’-i isti‘mâl ettiklerinden; rekābetkârâne ihtilâfa düşüp hem kendilerine, hem cemâat-i İslâmiyeye ehemmiyetli zarar olmuştur. Ehl-i gaflet ve ehl-i dalâlet ise, meftun oldukları menfaatlerini kaçırmamak ve menfaat için perestiş ettikleri reislerini ve arkadaşlarını küstürmemek için, zilletlerinden, nâmerdliklerinden, hamiyetsizliklerinden mutlak arkadaşlarıyla, hatta denî ve hâin ve muzır dahi olsalar hâlisâne ittihâd edip, menfaatleri etrafında toplananlar, ne şekilde olursa olsun, şerîkleriyle samîmâne ittifâk ederler. Samîmiyet neticesi olarak istifâde ederler.
İşte ey musibetzede ve ihtilâfa düşmüş ehl-i hak ve ashâb-ı hakîkat! Bu musibet zamanında ihlâsı kaçırdığınızdan ve rızâ-yı İlâhîyi münhasıran gāye-i maksad yapmadığınızdan, ehl-i hakkın bu zillet ve mağlûbiyetine sebebiyet verdiniz. Umûr-u dîniye
Sayfa 164
ve uhreviyede rekābet, gıbta, hased ve kıskançlık olmamalı ve hakîkat nokta-i nazarında olamaz. Çünkü kıskançlık ve hasedin sebebi, bir tek şeye çok eller uzanmasından ve bir tek makama çok gözler dikilmesinden ve bir tek ekmeği çok mideler istemesinden, müzâhame ve münâkaşa ve müsâbaka sebebiyle gıbtaya, sonra kıskançlığa düşerler. Dünyada bir şey’-i vâhide çoklar tâlib olduğundan ve dünya dar ve muvakkat olması sebebiyle, insanın hadsiz arzularını tatmîn edemediği için, rekābete düşüyorlar. Fakat âhirette tek bir adama, beş yüz (Hâşiye) sene mesâfelik bir cennet ihsân edilmesi ve yetmiş bin kasır ve hûriler verilmesi ve ehl-i cennetten herkes kendi hissesinden kemâl-i rızâ ile memnun olması işaretiyle gösteriliyor ki,
Hâşiye: Mühim bir taraftan ehemmiyetli bir suâl: Rivâyette gelmiş ki: “Cennette bir adama beş yüz senelik bir cennet verilir.” Bu hakîkat akl-ı dünyevînin havsalasında nasıl yerleşir? Elcevab: Nasıl ki bu dünyada herkesin, dünya kadar hususî ve muvakkat bir dünyası var. Ve o dünyanın direği, onun hayatıdır. Zâhirî ve bâtınî duygularıyla o dünyasından istifâde eder. “Güneş bir lâmbam, yıldızlar mumlarımdır” der. Başka mahlûkātın ve zîruhların bulunmaları, o adamın mâlikiyetine mâni‘ olmadıkları gibi, bil’akis onun hususî dünyasını şenlendiriyorlar, zînetlendiriyorlar. Aynen öyle de, fakat bundan binler derece yüksek, herbir mü’minin cennette binler kasır ve hûrileri ihtivâ eden hâs bahçesinden başka, umûmî cennetten beş yüz sene genişliğinde birer hususî cenneti vardır. Derecesi nisbetinde inkişâf eden hissiyâtıyla, duygularıyla cennete ve ebediyete lâyık bir sûrette istifâde eder. Başkaların iştirâki, onun mâlikiyetine ve istifâdesine noksân vermedikleri gibi, kuvvet verirler. Ve hususî ve geniş cennetini zînetlendiriyorlar. Evet, bu dünyada bir adam, bir saatlik bir bahçeden ve bir günlük bir seyrângâhtan ve bir aylık memleketten ve bir senelik bir mesîregâhta seyahatinden; ağzıyla, kulağıyla, gözüyle, zevkiyle, zâikasıyla, sâir duygularıyla istifâde ettiği gibi; aynen öyle de, fakat bir saatlik bir bahçeden ancak istifâde eden bu fânî memleketteki kuvve-i şâmmeve kuvve-i zâika, o bâkî memlekette bir senelik bahçeden aynı istifâdeyi eder. Ve burada bir senelik mesîregâhtan ancak istifâde edebilen bir kuvve-i bâsıra ve kuvve-i sâmia, orada beş yüz senelik mesîregâhtaki seyahatten; o haşmetli, baştan başa zînetli memlekete lâyık bir tarzda istifâde eder. Her mü’min derecesi nisbetinde ve dünyada kazandığı sevablar ve haseneler nisbetinde inbisât ve inkişâf eden duygularıyla zevk alır, telezzüz eder, müstefîd olur.
Sayfa 165
âhirette medâr-ı rekābet bir şey yoktur ve rekābet de olamaz. Öyle ise, âhirete âit olan a‘mâl-i sâlihada dahi rekābet olamaz; kıskançlık yeri değildir. ...