Share "Bi'Ara Konuşalım"
Share to email
Share to Facebook
Share to X
By Bi' Ara Konuşalım
The podcast currently has 129 episodes available.
Yağmur ve kar birlikte yağarken, köyümün bereket kokan toprakları çamur haline dönmüş, karıncalar yuvalarını yükseklere taşımıştı.
Ozanlar köyünden garip Ömer amca, gazyağı satıcısı Emirhan’dan aldığı gaz-lambası şişesini, kırılmasın diye yorgan ipiyle boynuna asmış, şehir mezarlığı yolundan, Kağızman şose yoluna doğru, yorgun bacaklarının çaresizliğiyle yürüyordu.
Leyleklerin Kağızman evlerinin toprak damlarındaki tandır bacalarının duman almayan yanına yuva yapmayacakları kadar umutsuzdu. Hayallerini Kağızman’ın yalçın kayalıklarında yuvalanan yırtıcı şahin kuşları ile kartallara bağlamıştı.
Bu yaştan sonra bilgilenmek benim için elbette ki çok önemlidir. Tek amacım okumak ve topluma yazdıklarımla faydalı olabilmektir. Biliyorum, bu alışkanlığı kazanamamış kişiler için söylediklerimin bir anlamı olmayabilir, ama bana katılanlar için söylemek istiyorum. Okumak, yaşamımıza anlam katar. Ayrıca yaşadığımızı anlamamızı sağlar. Sizlerinde tüm tutkunluğunuz okumak olsun.
Bu konuda düşündüklerimi oturup sayfalarca yazabilirim.
1967 yılında, yani yerli-milli otomobil "Anadol” dan beş yıl sonra, "Murat 124" piyasaya çıktı.
Türkiye’de insanlar büyük ilgi ve coşku ile sıraya girerek ve uzunca da bekleyerek 1500 TL ve taksitle Murat-124 sahibi olmaya başladı.
Ağrı şehrinde bu otoyu alma sırasına girmiş ve ilk sırayı alanlardan birisi; "Foter" lakaplı Mehmet Nuri Bulgan’dı. İlk alıcı olması ve tozlu caddelerde ilk görüntü vermesi nedeniyle Ağrı’lı araba sevdalıları arabaya "Foter 124" adını vermişlerdi.
Çocukluğumuzda, hemen her yaz yeni bir mahalle futbol takımı kurardık.
Bir süre sonra rakip arayışı başlar, mahalleler arası maçlara sıra gelirdi. Bu maçlarda nedense kaleciye büyük önem atfederdik ve hep aynı hatayı yapar, kim klas golcü ise ve iyi oynuyorsa, onu kaleye geçirirdik.
Bir yolculuk sırasında yolların kenarında ölen hayvanları, sakat kalmış aç kedi ve köpekleri görünce, bu satırları yazmamın toplum adına önemli bir görev olduğu bilincine vardım. Evini, barkını, toprağını, özgürlüğünü ve
en önemlisi yaşama hakkını elinden aldığımız canlar, tartışmaların konusu olmamalı ve bu kadar değersiz olmamalıdır. Her şeye bu kadar değer veren insanların, gözlerine sevgi ile bakan hayvanlara bu denli gaddar davranmalarına çok şaşırıyorum. Korkunç bir kötülük bu yaptıkları.
İnsan ruhunun bir parçası hayvan sevgisini tadana kadar uyanmazmış bazı ruhlar, bir ömür uykuda kalmaya mahkûm gibi. Yaşanılan talihsiz olay ve sonrasında asla çözüm odaklı değil sorunu daha da büyük bir sorun haline getirmek odaklı tavırlar sayesinde sayısız hayvan yine ve yeniden katledildi. Masum bir canlıyı öldürmek, bütün insanlığı öldürmek gibidir.
Nerede bir can ölse, yüreğim sızlar. Acaba bu kadar acıya insanlar nasıl dayanıyor? Öfkeye sarılmak, birine atmak için kavradığınız sıcak bir kömür parçası gibidir; yanan aslında kendinizdir.”
Öfkesine yenik düşüp sayısız cana kıyan, mezar olan o eller ya da o yürekler aslında kendine kor bir vicdan ateşi olur. Aslında yanan, sizin insanlığınız.
Zavallı hayvanın dili var ancak derdini insanlara anlatamaz, hakkını savunamaz. Ancak derin derin bakar gözlerimizin içine. Herkes kendi derdine düşüp hayatına devam ederken onlar böyle derin derin bakmaya, yok olmaya, devam eder sadece. Ya bir uzuvları kesilir, ya da tecavüze uğrar. Kimse konuşmaz onda bıraktığı yıkıcı etkiyi. Çarpınca dönüp bakılmaya dahi tenezzül edilmezler. En büyük sahipsizler mezarlığı otoyollardır bence.
Eski günler o güzel insanlarla güzelleşiyordu.
Şimdi ki gibi her şey bulunmazdı evlerde ama mutluyduk. Mesela her şeyi her zaman bulamazdın ama insanlarda sevgi ve saygı vardı. Misafir için daima taze yoğurt ve buğdayların içinde saklı yumurtalar olurdu. Gelen misafiri doyurmadan yollamazdı. Her evde, her zaman misafir için bir şeyler bulunurdu.
Tatlılar ve börekler yapılarak misafire ikram edilirdi.
Şimdiki gibi GDO'lu sebze ve meyveler yoktu. Her şeyin tadı vardı. Bir evde tavuk pişirilmiş ise
kemiklerine kadar ağızda sıyrılırdı. Bakıyorum şimdi
çiftlik tavuklarının ne tadı var, ne de tuzu.
Rahmetli babam çoğu zaman eve somun ekmeği ve karpuzla gelirdi. Eve gelir gelmez, fırından yeni çıkmış sıcacık ekmeğe saldırırdık.
Malum, siyaset herkesin yapabileceği iş değil. Bazı meziyetlere (!) sahip olmak lazım. Kötü düşünmeyin canım. Meziyet derken karnı geniş olmak, rahat davranışlar sergilemek, durumdan vazife çıkarmak, içinde bulunduğu her duruma uyum gösterebilmek, genel başkanın her istek ve arzusuna tam ve eksiksiz uyum sağlayıp yanıt verebilmek vs. gibi birçok temel özelliklerinizin olmasından bahsediyorum.
Kastım budur.
Türk siyasetinde çok renkli ve unutulmaz kişilikler gördük, görmeye de devam ediyoruz. Yeni kabinenin açıklandığı ve yeni bakanların konuşulduğu (benim umurumda bile değil) bugünlerde fıkra gibi bir anımı aktaracağım.
Yıl 1995, Sağlık Bakanı Yıldırım Aktuna’nın bakanlığı ile ilgili gezi ve incelemelerde bulunmak üzere Erzurum’a geleceği duyuruldu. Çok sayıda gazeteci arkadaşımla birlikte bakanı izlemek üzere Erzurum havalimanına gittik.
“İnsan doğası asla düşünüldüğü kadar kötü değildir” ama bunu kötüye kullananların sayısı günümüzde hızla artmaya başladı.
Dışarı çıkıp temiz hava almak, güneşin doğuşunu seyrederken yürüyüş yapmak ve hayat üzerinde düşünmek her insanın hakkıdır.
CHP Erzurum İl Başkanı Suat Dülger, kendisini il başkanlığından önce tanımam. İl başkanı olduğunda tanıştım ve özellikle CHP genel merkezinin telkinleri ile kendisini medya yoluyla kamuoyuna tanıttım. İl başkanlığı yapacak siyasi deneyimi olmasa da bilgili, konuşmayı bilen, kendini ifade edebilen ve öğrenmeye meyilli biri olarak izlenim bıraktığı için destekledim. Atatürk'ün partisi CHP’nin Erzurum’da bir ay içinde iki il başkanı değişmesinin siyasi açıdan hoş karşılanmayacak olması sonucu şahsını destekledim.
Kendisi, seçim dönemi muhalefet kanadında esen rüzgârın da etkisi ile iddialı ve bir o kadar da boş bir egoyla, “Nasılsa Erzurum’da milletvekili çıkaracağız.” havasına girmiş ve adayları da o rehavet atmosferine sokmuştu. Tabi, bu arada partiden onlarca kişi kendisi hakkında sürekli şikâyetçiydi ve ben de buna şahit oluyordum. Seçim dönemi sıkıntı olmaması adına kendisini koruduğum fikriyle beni de eleştirmeye başlamışlardı. Bazılarına hak versem de susmak durumunda kaldım. Kendisine ne kadar emek verdiğimi, nankör değilse inkâr etmez. Aslında bütün çabam, şahsına değil, muhalefetin güçlenmesi içindi.
Önemli maçlar, iki kentin takımları arasındaki o “tantanalı” derbiler, biten sezonlar ve tabi ki seçimlerde alınan sonuçlar, spor kulübü yönetimleri için de siyasi parti yönetimleri için de, “takkelerin düşüp kellerin göründüğü” durumlardır.
Ve yine, “kelle” üzerinden bir deyimle gönderme yapmak gerekirse, “külahları önüne koyup iyice ve yeniden düşündüğü” süreçlerin tetikleyicisidir.
The podcast currently has 129 episodes available.