
Sign up to save your podcasts
Or
“Masanın başında öylece oturuyorum. Oturuyorum ve istiyorum ki kimse benimle konuşmasın, kimse benden bir şey dahi istemesin, kimse hareket bile etmesin. Gözümü kapatıp başımı ellerimin arasına alıyorum ve birden bedenimin etrafında bir zırh hayal ediyorum. Aslında öyle bir zırh var zaten; cildim, derim. Sanki biraz daha kalınlaşsa derim söylenenler girmese, sızmasa içinden bana çok daha iyi hissedeceğim. Bir timsahınki gibi sapasağlam hayal ediyorum derimi, biraz da uzaklaştırıyorum o zırhı bedenimden zihin gözümde. Şimdi rahatım, kendimi güvende hissediyorum. Nihayet!
Bugün bayram, tam olarak söylemek gerekirse ilerisi için referans olarak, Ramazan bayramının ikinci günü ve ben duygusal olarak çok yorulmuş ve hatta biraz tükenmiş bir haldeyim. Bugün aynı zamanda dayımın doğum günü ve birazdan partiye gitmek üzere evden çıkacağım. Hala hazırlanmadım, doğrusu, hazırlanamadım. Çakılmış gibi masanın başında oturmuş halde durup kahve içiyorum. Bugünlerde bedenimi giydirmek benim için çok zor. Beden imgem ile bedenimin görüntüsüyle ilişkimin çok çalkantılı olduğu bir zamandayım. Kendi içimde ne kadar ok olsam da kilo kazandıkça içime yerleşmiş olan kilofobik / şişmanfobik taraflarım daha yüksek ses çıkartır oldu. Çünkü insanları bu konuda daha “cesurca” konuşmaya başladılar. Cesurca derken kibar olmaya çalışıyorum doğru kelime aslında “münasebetsiz” ama onlar bunu böyle değerlendirmiyorlar eminim.
Çok yorgunum, başkasından ziyade kendi içimdeki bu acımasız eleştirmenden, ebeveynlerimden ve medyadan devraldığım kötücül iç seslerden yoruldum, bıktım! Ne kadar çalışsam da beden imgemi dönüştürmek için kendi kendime bu durumla başa çıkmakta zorlandığım bir yerdeyim. Bazen bazı konular birinin desteğinin güvenli kucağında ve işbirliğiyle ele alınmalı diye düşünüyorum. Ama işte günün sonunda burada bir başımayım ve terzi kendi söküğünü dikemiyor zaman zaman. Hele de o sökük hareket ettikçe yırtılan bir noktasındaysa kişinin.”
Ecolet - Nisan ‘24
“Masanın başında öylece oturuyorum. Oturuyorum ve istiyorum ki kimse benimle konuşmasın, kimse benden bir şey dahi istemesin, kimse hareket bile etmesin. Gözümü kapatıp başımı ellerimin arasına alıyorum ve birden bedenimin etrafında bir zırh hayal ediyorum. Aslında öyle bir zırh var zaten; cildim, derim. Sanki biraz daha kalınlaşsa derim söylenenler girmese, sızmasa içinden bana çok daha iyi hissedeceğim. Bir timsahınki gibi sapasağlam hayal ediyorum derimi, biraz da uzaklaştırıyorum o zırhı bedenimden zihin gözümde. Şimdi rahatım, kendimi güvende hissediyorum. Nihayet!
Bugün bayram, tam olarak söylemek gerekirse ilerisi için referans olarak, Ramazan bayramının ikinci günü ve ben duygusal olarak çok yorulmuş ve hatta biraz tükenmiş bir haldeyim. Bugün aynı zamanda dayımın doğum günü ve birazdan partiye gitmek üzere evden çıkacağım. Hala hazırlanmadım, doğrusu, hazırlanamadım. Çakılmış gibi masanın başında oturmuş halde durup kahve içiyorum. Bugünlerde bedenimi giydirmek benim için çok zor. Beden imgem ile bedenimin görüntüsüyle ilişkimin çok çalkantılı olduğu bir zamandayım. Kendi içimde ne kadar ok olsam da kilo kazandıkça içime yerleşmiş olan kilofobik / şişmanfobik taraflarım daha yüksek ses çıkartır oldu. Çünkü insanları bu konuda daha “cesurca” konuşmaya başladılar. Cesurca derken kibar olmaya çalışıyorum doğru kelime aslında “münasebetsiz” ama onlar bunu böyle değerlendirmiyorlar eminim.
Çok yorgunum, başkasından ziyade kendi içimdeki bu acımasız eleştirmenden, ebeveynlerimden ve medyadan devraldığım kötücül iç seslerden yoruldum, bıktım! Ne kadar çalışsam da beden imgemi dönüştürmek için kendi kendime bu durumla başa çıkmakta zorlandığım bir yerdeyim. Bazen bazı konular birinin desteğinin güvenli kucağında ve işbirliğiyle ele alınmalı diye düşünüyorum. Ama işte günün sonunda burada bir başımayım ve terzi kendi söküğünü dikemiyor zaman zaman. Hele de o sökük hareket ettikçe yırtılan bir noktasındaysa kişinin.”
Ecolet - Nisan ‘24