Çin Neden Ticaret Savaşını Kazanıyor?
Çin, Amerika Birleşik Devletleri ile yürüyen ekonomik rekabette belirgin bir yapısal üstünlük kurmuş durumda.
Bu üstünlük yalnızca üretim kapasitesiyle değil; nadir toprak elementleri, stratejik ihracat kotaları ve küresel tedarik zincirleri üzerindeki hâkimiyetle şekilleniyor.
Yani Çin artık ticareti yalnızca ekonomik değil, stratejik bir güç üretim mekanizması olarak görüyor.
Donald Trump ve Xi Jinping arasındaki son görüşme her ne kadar geçici bir yumuşama izlenimi yaratsa da, denge hâlâ Pekin’in lehine.
Amerika’nın uyguladığı korumacı politikalar, ironik biçimde, üretim ve sermayenin yeniden Çin’e yönelmesini hızlandırıyor.
Sonuç olarak küresel tedarik zincirlerinde Çin merkezli bir yeniden yapılanma süreci gözlemleniyor.
Bu tablo Türkiye açısından üç temel stratejik başlık içeriyor.
Birincisi: Kritik minerallerde egemenlik.
Lityum, kobalt, nikel, grafit, bakır, manganez, bor ve nadir toprak elementleri…
Bunlar yalnızca sanayi için değil; enerji dönüşümü, savunma teknolojileri ve yapay zekâ donanımları için de hayati önem taşıyor.
Türkiye bu alanı artık sadece ekonomik değil, ulusal güvenlik ve dış politika ekseninde ele almalı.
Orta Asya ve Afrika’daki maden diplomasisi, upstream bağımsızlık açısından belirleyici bir unsur olabilir.
İkincisi: Ticaretin diplomasiyle bütünleşmesi.
Bugün ticaret anlaşmaları yalnızca ekonomi politikası değil, aynı zamanda jeoekonomik diplomasi anlamına geliyor.
Kalkınma Yolu ve 
Orta Koridor projeleri, bu yaklaşımın somut örnekleri arasında yer alıyor.
 Üçüncüsü: Çok kutuplu ticaret düzenine uyum.
Çin’in üretim merkeziliği güçlendikçe, Türkiye’nin avantajı;
Doğu Asya üretimi ile Avrupa tüketimi arasında tarafsız, güvenilir bir montaj ve lojistik köprü kurabilmesinde yatıyor.
Bu rolün sürdürülebilmesi, öngörülebilir düzenlemelere ve hem Doğu hem Batı standartlarına eşzamanlı uyuma bağlı.