İlk, orta ve lise tahsîlini Adana’da tamâmlayan Hz. Sâmî (k.s.),
yüksek tahsîlini İstanbul’da yaparlar. Hukuk Fakültesini birincilikle bitiren Hz. Sâmî (k.s.), bu arada bir müddet Gümüşhâneli
Dergâhı’na devâm ederler. Bu sırada Bâyezıd dersiâmlarından
Rüşdü Efendi (Eski Beşiktaş müftüsü Merhûm Fuat Çamdibi Hocanın babası): “Sâmî Evlâdım, gel seni Şeyhülmeşâyih Es‘âd Erbilî
Hazretlerine götüreyim.” der. Bu teklifi kabûl eden Efendi Hazretleri, Rüşdü Efendi ile berâber Kelâmî Dergâhı’na giderler. Bu ilk
karşılaşmanın devâmını kendileri şöyle anlatıyorlar:
“Üstâdımızın huzûruna varıp ellerini öptük. Rüşdü Efendi Hoca:
“Üstâdım bu getirdiğim genç Gümüşhâneli Ahmed Ziyâeddin
Efendi’nin evlâdlarından Adanalı Sâmî Efendi”, deyince; birden
Üstâdımız Es‘âd Efendi Hazretleri: “Hayır! O bizim evlâdımız” buyurdular. Ve orada devâm ettiğim evrâdın ne olduğunu sordular.
“Günde beşbin zikrullâh, bir cüz Kur’ân-ı Kerîm tilâveti, Delâil-i
Hayrât” diye cevâb verdim. “Evlâdım hastalık nerede ise tedâviye
oradan başlamak lâzım, bu yüzden şimdilik bunları terk edip kalbî
zikre başlayacaksın” buyurdular ve Fakîre inâbe verdiler.”
Akarsu deryâya kavuşmuş; su mecrâını bulmuştu. Cenâb-ı
Hâkk’ın lûtfu inâyeti ile Hz. Sâmî Efendimiz bir kaç ayda seyr-u
sülûkunu ikmâl buyurdular. Daha önce iki yıl devâm edilen
dergâhta olmayan tecellî burada bir kaç ayda olmuştu el-hâmdü
li’llâh. Kısa sürede icâzet ve mutlak hilâfet alan Efendimiz Hazretleri mürşid-i kâmilin görevine âid şu kıssaları naklediyorlar: “Gençliğimde dergâha devâm ediyordum. Orada vazîfesi müntesiblerin
ayakkabılarının tozunu almak olan bir dervîş vardı. Bir gün onun
elindeki bezi aldım, pertavsızın (mercek) altına tutarak bir müddet
güneşin altında tuttum. Güneşin harâretinin pertavsız vasıtasıyla
bezin üzerine teksîf edilmesi ile bez tutuştu ve yanmağa başladı.
Dervîş hayretler içinde kaldı.
İşte mürşid-i kâmil, iki cihânın Serveri ve Rahmet Güneşi Nebî
salla’llâhu ‘aleyhi ve sellem Efendimiz’den aldığı nûru müntesiblerden müsâid kimselerin kalblerine teksîf edip, o nûr-ı Muhammedî
(s.a.v.) ile kalbleri diriltip kemâle erdiren kişidir, bi-izni’llâh. Mürşid-i
kâmil çobana benzer; çoban dağda koyunları otlatırken bacağı kırılanı orada bırakır mı? Sırtına atıp ağıla kadar getirir. Mürşid-i kâmil
de hiç bir evlâdını bırakmaz ve terk etmez bi-izni’llâh.”
(Ömer Muhammed Özt ür k, www.ramazanoglumahmudsamiks.com