Kasım 1850: Yirmi yedi yaşındaki Gustave Flaubert, Madame Bovary’yi yazmaya başlamadan önce, dostu Maxime Du Camp ile beraber bir buçuk yıl sürecek bir Doğu seyahatine çıkmış, seyahatin son aylarında da İstanbul’a gelmiştir. Yedi ayı Mısır’da geçen bu uzun seyahat boyunca “bambaşka” bir dünyayla karşılaşmanın heyecanı ve insani deneyimin çeşitliliği karşısında şaşkınlıkla dolup taşan Flaubert, bir taraftan kumlara gömülü piramitlere, binlerce yıllık abidelere ve başka insan yüzlerine bakarken, bir taraftan da dönüşte yazmaya koyulacağı kitapların hayallerini kurmaktadır. Emre Ayvaz ve Kerem Eksen, Gustave Flaubert’den Mektuplar’ın bu bölümünde “seyyah” Flaubert’e İskenderiye’den Mısır’a, Lübnan’dan İstanbul’a uzanan yolculuğunda eşlik ederek Batılı bir yazarın 19. yüzyıl ortasında Doğu’yla yaşadığı sarsıcı karşılaşmayı ele alıyorlar. Genç Flaubert’in Napolyon’un Doğu seferiyle Batı sömürgeciliğinin başlangıcı arasındaki kritik bir ana denk düşen seyahatini, Edward Said’in çığır açıcı Şarkiyatçılık’ını, İngiliz Romantik şiirini ve 20. yüzyıl boyunca üzerine bol bol düşünülecek “başkalık” kavramını akılda tutarak takip ediyorlar.