Nisan 1852: Gustave Flaubert çalışma odasında birbirinin aynı günler geçirmekte, büyük yılgınlıklarla coşku patlamaları arasında gidip gelerek Madame Bovary’nin cümlelerini evirip çevirmektedir. Gustave Flaubert’den Mektuplar’ın bu bölümünün çıkış noktasını oluşturan mektubunda “Croisset’nin münzevisi” –yine, her zamanki gibi– yazının çektirdiği eziyetleri sayıp dökmekle kalmıyor, “kalabalıklar”dan ayrı yaşamanın bir yazar için neden sadece bir kişisel tercih değil, aynı zamanda bir tür vazife olduğunu anlatıyor. Kerem Eksen ve Emre Ayvaz, “Flaubert mirası”nın önemli bir unsuru olan bu yalnız-çalışkan-sabırlı yazar idealinden, bu idealin duygusal ve sınıfsal koşullarından, hızlı yazan yazarlarla yavaş yazan yazarlardan, Joseph Roth ve Stefan Zweig’dan, Yakup Kadri’nin içinde kalmış ukdeden ve sanatçı Cindy Sherman’ın Emma Bovary’nin çaresizliğine beklenmedik bir 20. yüzyıl ışığı düşüren fotoğraflarından söz ediyorlar.