“De ki: Eğer siz Allah’ı seviyorsanız hemen bana tâbî olun ki Allah da sizleri sevsin ve günahlarınızı mağfiret eylesin! Allah, Ğafûr’dur, Rahîm’dir.” (Âl-i İmrân 3/31)
“Allah mü’minlerin dostudur.” (Âl-i İmrân 3/68. Bkz. el-Bakara 2/257)
“Allah yolunda infâk ediniz de, kendi ellerinizle kendinizi tehlikeye atmayınız. Bir de ihsanda bulununuz! Zira Allah, muhsinleri sever.” (el-Bakara 2/195)
“Allah, küfürde ve günahta ısrar eden hiç kimseyi sevmez.” (el-Bakara 2/276
Kudsî hadislerde Cenâb-ı Hak, sevdiği kullarını şöyle haber vermiştir:
“Üç kişi vardır, Allah onları sever, üç kişi de vardır Allah onlara buğzeder.
Allah’ın sevdiği üç kişiye gelince:
Bir kişi bir cemaate gelir, aralarındaki herhangi bir yakınlık sebebiyle değil de, sırf Allah adına onlardan bir şeyler ister. İstediğini vermezler. Bu topluluktan biri yavaşça, kimseye hissettirmeden cemaatin arka tarafına kayar ve isteyen kimseye gizlice ihsanda bulunur. (Öyle gizli verir ki) onun verdiğini sadece Allah ile yardım ettiği kimse bilir.
İkinciye gelince; bir cemaat yoldadır. Gece boyu yürürler. Uyku herşeyden kıymetli hâle gelince konaklarlar. Başlarını koyup yatarlar. İçlerinden biri kalkıp bana karşı tevâzu ve tazarrûda bulunur, âyetlerimi okur.
Üçüncüye gelince; bir kişi seriyyeye katılmıştır. Düşmanla karşılaşır, hezimete uğrarlar. Ancak o ilerler, öldürülünceye veya fethe nâil oluncaya kadar savaşmaya devam eder.
Allah’ın buğzettiği üç kişiye gelince: Bunlar zina eden ihtiyar, kibirli fakir ve zâlim zengindir.”[16]
“Ben’im rızâm için birbirlerini sevenlere, benim rızâm için bolca infâk edenlere, birbirlerini sevmede samîmî davranan sâdıklara, akraba ve dost ilişkilerini kesmeyenlere veya birbirlerini ziyâret edenlere sevgim hak olmuştur.”[17]
Rasûlullah (s.a.v) Efendimiz de Cenâb-ı Hakk’ın sevdiği bir takım vasıfları şöyle haber vermişlerdir:
“Allah güzeldir, güzelliği sever.”[18]
“Allah «Rafîk»tır (rıfk ve mülâyemet sahibidir), rıfkla muâmeleyi sever. Sertliğe ve diğer şeylere vermediği sevabı, rıfkla muâmeleye verir.”[19]
“Allah (c.c) çok hayâlı ve çok gizlidir. Bundan dolayı hayâyı ve örtünmeyi sever. O hâlde herhangi biriniz gusledeceği zaman örtünsün!”[20]
“Allah Teâlâ; bir şey satarken, alırken, borcunu öderken ve borcunu alırken müsâmaha gösteren kulunu sever.”[21]
Allah Teâlâ, kendine âid isim ve sıfatların tecellîsini kulunda görmeyi sever. “Tek” olduğu için tek’i, güzel olduğu için güzelliği, âlim olduğu için âlimleri, cömert olduğu için cömertliği, ahdine vefâ gösteren olduğu için vefâkarları, sâdık olduğu için doğruları… sevmektedir.
Rasûlullah Efendimiz (s.a.v) şöyle buyurmuşlardır:
“Büyük mükâfatlar, büyük imtihanlardan sonra verilir. Allah Teâlâ bir kavmi sevdiğinde onları imtihanlara tâbî tutar. Kim râzı olur, sabrederse Allah’ın rızâsını kazanır. Kim de kızarsa, Allah da o kimseye gazap eder.”[22]
Büyük müfessir ve muhaddis Fîrûzâbâdî (r.a) şöyle der:
Allah’ın muhabbetini celbeden sebepler on tanedir:
Düşünerek, manalarını anlayarak ve Allah’ın bu âyetlerle bizden ne istediğini idrak ederek Kur’ân okumak,
Farzlardan sonra nâfile ibadetlerle Allah’a yaklaşmak. Bu durum insanı muhabbetten sonra mahbûbiyet (sevgili) derecesine ulaştırır.
İnsanın her hâlde diliyle, kalbiyle, ilmiyle ve hâliyle Allah’ın zikrine devam etmesi. Kişinin muhabbetten nasibi, bu zikirden nasibi kadardır.
Arzu ve isteklerin kabardığı esnada Allah’ın sevdiği şeyi kendi sevdiğimiz şeye tercih etmek.
Kalbin Allah’ın isimlerini ve sıfatlarını öğrenmesi, tekrar etmesi, onları müşahede etmesi ve bu mârifet bahçelerinde gezinmesi. Kim Allah’ı isimleri, sıfatları ve fiilleriyle tanırsa O’nu mutlaka sever.
Allah’ın açık-gizli bütün iyiliklerini, ihsanlarını ve nimetlerini görmek.
Kalbin Allah’ın huzurunda tamamıyla inkisâr hâlinde bulunması ki en şaşırtıcı ve en makbul sebep budur.
Allah Teâlâ’nın dünyâ semâsına nüzûl ettiği seher vakitlerinde O’na münâcâtta bulunmak ve kelâmını tilâvet etmek üzere O’nunla başbaşa kalmak. Kalp ve kalıpla birlikte Allah’ın huzurunda durmak. Sonra bu münâcâtı istiğfâr ve tevbe ile sona erdirmek.
Allah’ın seven insanların ve sâdıkların meclislerinde bulunmak, onların sözlerinin en hoş meyvelerinden istifade etmek. Çok lüzumlu olmadıkça ve mânevî hâlimize fayda vermedikçe konuşmamak.
Kalbimizle Allah arasına giren bütün sebeplerden uzaklaşmak.
Bu sebeplere sarılan muhibler, muhabbet menzillerine vâsıl olur ve Habîb’in (Sevgili’nin) huzuruna ulaşırlar.[23]
Dipnotlar:
[15] Tirmizî, Menâkıb, 30/3769. Bkz. Buhârî, Menakîb, 27.
[16] Tirmizi, Cennet 25/2568; Nesai, Zekât 75/2568.
[17] Ahmed, 5: 229.
[18] Müslim, İmân, 147; Ahmed bin Hanbel, Müsned, 4: 133.
[19] Müslim, Birr, 77.
[20] Ebû Dâvûd, Hammâm, 1/4012.
[21] Muvatta’, Büyû, 46; Beyhakî, Şuab, 13: 534/10740.
[22] Tirmizî, Zühd, 57/2396; İbn Mâce, Fiten, 23; Ahmed, 5: 427.
[23] Fîrûzâbâdî, Besâiru zevi’t-temyîz, 2: 421-422.