Pablo Larrai’nin özgün biyografik filmler çekmeyi seriye bağladığı günümüzde hazırlamış olduğu bir başka biyografik iş olan Spencer’ı kısaca özetleyecek olursak. Geçmiş ve Şimdiki zaman kavramının bir olduğu kraliyet yaşantısında, aslında sadece sıradan bir insan olmak isteyen manik-depresif bir prensesin hikayesi diyebiliriz. Psikolojik-Gerilim, Dram türünde olan film Prenses Diana’nın son dönemlerini ele almakta. Yakın planları, tek karakter bazlı hikayesi, abartılı müzik kullanımıyla karakterin mental sağlığına dair yapılan her teknik unsur standart bir seviyenin biraz üstünde denebilir. Özellikle kostüm tasarımı ve kurgunun gerçek-hayal arasındaki temiz geçişleri kayda değer. Yine de performans filmi olması beklenirken filmin en büyük sıkıntısı vuruculuğunun neredeyse hiç olmaması.
İlk yarısıyla umut veren iş ikinci yarısın da benzer konulara değinip sıkça tekrara düşüyor ve seyiriciyle Diana’a arasında beklenildiği kadar çok özdeşleşmeyi sağlayamıyor. Yine de Kristen Stewart’ın oyunculuğuna seviye atlattığını söyleyebiliriz. Sally Hawkins’inse yardımcı kadın oyuncu dalında adaylığı konuşulacaktır. Pablo Larrain’in kendi dilini işlediği filmde müziklerle birlikte dans sahnelerinin muntazamlığı tıpkı diğer filmlerindeki gibi ön plana çıkıyor. Bolca gösterilen ayna sahneleri, fotoğraf karesi gibi olan kadrajlarla doğal bir dil yakalayan yönetmen, Prenses’in hikayesini bir de benim tarzımda izleyin demiş.
Kısacası böyle olunca da ne tam bir doyuma ulaştıran ana akım film ne de tam bir sanat filmi ortaya çıkmış. Spencer genel olarak yeterli ancak kesinlikle kaçırılmaması gereken bir iş değil diyebiliriz. Beklentiyi çok fazla yüksekte tutmamakta fayda var derim. Kristen Stewart’ın ödül sezonunda en iyi kadın oyuncu adaylığında da ön sırada olacağı şüphesiz. Benim filme Puanım 6.5. Başka bir bölümde görüşmek üzere, seyir kalın takipte kalın filmle kalın. Görüşürüz efendim.