Hani bir çok kişinin kurduğu bir hayal vardır ya, bir kaç yıl sonra veya en geç emekli olunca bir deniz kıyısı kasabasına yerleşip orada bağ, bahçe ve balıkçılıkla uğraşıp huzur içinde boğulmak. Popülizmin yarattığı ve son zamanlarda trend haline gelmiş "balıkçılık ve dalgıcçılık" mesleğini 20 yıldır Trakya'da yaşayan bir insanın, denizi nasıl kirlettiğimizle ilgili fikirlerini sordum. Bu açıkçası tam bir sohbet olmadı, çünkü adamın içi dolmuş, konuştu da konuştu - ama ne konustu bea! "Öldürerek" para kazanmanın gerçekçiliği ve aynı zamanda da denizi yaşatmanın getirdiği sorumluluklar ve hayal ettiğimiz kasaba yaşantısının iki olta atmakla bitmeyen yüzü. Deniz kızları sarışın midir? Esmer midir? Bundan 10 yıl önce yediğimiz balığın tadı ile suan yediğimiz balığın tadı aynı mıdır? Mikroplastikler denize atıldığı için mi oluşur? Ben yine imkansızları oynayarak şunu demek istiyorum, Kamille yaptığımız bu sohbeti deniz altında yapmayı çok isterdim. Ne yazık ki, kendi elimizde olan teknolojiyle bu henüz mümkün değil. Ama bu bölümün sonunda iki tek atmak serbest. Hem ne demiş Nazım Hikmet bile: “Rakı!!! Bu meret öyle bir merettir ki, acıyla içilir, tatlıyla içilir, neşeyle içilir, ağlayarak içilir, kavunla içilir, peynirle içilir, ikisi beraber çok güzel içilir, yemekle içilir, suyla içilir, susuz içilir, sodayla içilir, salgamla içilir… Ama, bir tek salakla içilmez…”