Bir varmış, bir yokmuş.
Ama bir şeyler varmış.
Adı Tanrıymış.
Diyarında takılırmış.
Tek başına sıkılırmış.
Bir gün parmağını şıklatmış.
Bir şey daha yaratmış.
Ne olsun diye düşünmemiş.
Aceleci davranmış.
Karar verememiş.
Vereceği kararı yarattığına doğrultmuş.
Vasıfsız kuluna sormuş.
"Sen ki şüphesiz.
Aciz kalacak kulum.
Anlamsız sevgimden yana.
Sana ithafen sorarım.
Benim kusursuz benliğimde.
Sen ne olmak istersin?"
Kul kulaksız varlığına manasız kalmış.
Saygısından Hâk'ın hatasına.
Kulak asmamış.
Hâk'ın işine şeytan karışmış. Hâk çoktan sezmiş. O ki hiç kul hakkı yememiş.
Hakkaniyet duymuş.
İnayet etmiş.
Kendi kuluna hakkını vermiş.
Bir kulak da ona buyurmuş.
Sonunda kulu da duymuş.
Kulu da ona sormuş.
"Diyarına yeni gelmişim.
Kendimi bildim bileli.
Bir tek seni bilmişim.
Diyarında neler neler vardır.
Kim bilir.
Görürsem belki ben de bilirim."
"Görmeyi istersin.
Sevgili kulum duyduğun meraka.
Hak veririm.
Zaten hakkı sadece ben verebilirim.
Ancak şunu bilmeni isterim ki.
Bunca güzelliği.
İstesen de göremezsin.
Görsen de bilemezsin.
Gördüklerinle yetinemezsin.
Aklına bu denli güvenemezsin.
Gözümden düşersin.
Şimdiki densizliğini görmezden gelir.
Sana bir de göz veririm."
"Verdiğin göze hürmet ederim.
Ve sana itaat ederim.
Şükür ki görebildim.
Bir fikir edinebildim.
Ama dediğin gibi.
Bir şey ifade etmedi.
Ben ki yetersiz biri.
Hiç biri olmamışım ki.
Eğer ki sen değilsem ben.
Nereden bilebilirim?
Senin sunduğun nimete.
Kendi seçimimi ben nasıl eylerim?"
"Benliğime olan şirkliğini görmezden gelir.
Verdiğim haktan ötürü.
Sana ufak bir öğüt veririm.
Neyi seçtiğinin bilincinde değilsen.
Seçtiğinin de bir ehemi olmayacaktır.
Ama gideceğin yol.
Senin sonun olacaktır."
(#5858)