Bir ülkenin dârul İslam kabul edilmesinde temel ölçü, idare ve icraatın İslami olması, yani ülkenin İslam esaslarına göre yönetilip İslam hukukunun tatbik edilmesidir. Buna göre dârul İslam, nüfusu ister müslüman ister gayrimüslim olsun, müslümanların hakimiyeti altında olan ve İslam hukukunun tatbik ve icra edildiği yasamanın, yürütmenin, yargının müslüman otoritenin elinde olduğu her ülkedir. Dârul harb ise, İslam’ın siyasi hakimiyetinin sınırları dışında kalan, idare ve hukuk nizamının İslami olmadığı her ülkedir. Bunda da temel ölçü, İslam hükümlerinin tatbik edilmemesidir.
İslam hukukçuları dârul İslam ve dârul harbe dair birçok tarifler yapmışlardır. O tariflerden bazıları şunlardır:
Debûsî şöyle demiştir: “Dârul İslam, müslümanların idare ve hakimiyetleri altındaki yerdir.” (Ahmet Özel, İslâm’da Ülke Kavramı, DAR’ul İslam-Dâr’ul Harb)
Dâr’ul İslâm’ın ve Dâr’ul Harb’in târifinde ihtilaf yoktur. Dâr’ul Harb’in Dâr’ul İslam’a hangi hallerde dönüşeceği husûsunda da ihtilaf yoktur. Zîrâ bütün âlimler derler ki: Dâr’ul Harb bir şartla Dâr’ul İslâm’a dönüşür, o da orada İslâmî hükümlerin uygulanmasıdır. Bir beldenin halkının tümü gayri müslim olsa bile eğer idârecileri Müslüman ve yönetim biçimleri de islâmî ise yani islam kanunlarına göre yönetiliyorsa orası bir Dâr’ul İslâm’dır. Nitekim Osmanlı Bulgaristanı, Romanya’yı, Yugoslavya’yı, Bosna Hersek’i, Macaristanı, Yunanistan’ı, Arnavutluğu ve daha bir çok yeri fethetmiştir. Bura halkının hepsi de Hristiyan olmalarına rağmen oradaki yöneticiler Müslüman oldukları ve islam kanunları ile yönettikleri için oralar birer Dâr’ul İslâm olarak kabul edilmiştir.
İhtilaf, Dâr’ul İslâm’ın ne zaman Dâr’ul Harb’e dönüşeği konusundadır.
Mâlik’i mezhebi, Hanbelî mezhebi ve Hanefî mezhebinden İmam Ebû Yusuf ile İmam Muhammede göre Dâr’ul İslam bir şartla Dâr’ul Harb’e dönüşür o da orada küfür kanunlarının uygulanmasıdır. Onlar bunu söylerlerken kıyas yaparlar ve derler ki; nasıl ki Dâr’ul Harb bir şartla Dâr’ul İslâm’a dönüşüyor o da orada İslam kanunlarının uygulanmasıdır, aynı şekilde Dâr’ul İslam da bir şartla Dâr’ul Harb’e dönüşür o da orada küfür kanunlarının uygulanması, islâmî kanunlarla hükmedilememesidir.
İmam Ebû Hanife ise bir Dâr’ul İslam’ın Dâr’ul Harb’e dönüşebilmesi için üç şart öne sürer.
1. Orada küfür kanunlarının uygulanması
2. O ülkenin kâfir bir devlete komşu olması
3. Orada bulunan Müslümanların Dâr’ul İslamken sahip oldukları emniyetlerinin kalmaması.
İmam Ebû Hanife’nin öne sürdüğü üç şarttan ilk ikisinin gerçekleştiği konusunda ihtilaf yok. Fakat üçüncü şart hakkında bazıları (özellikle günümüzdeki ilâhiyatçılar) derler ki, efendim, üçüncü şart henüz gerçekleşmemiştir. Müslümanlar namazlarını kılıyorlar, câmiler açık, ezanlar açıktan okunuyor, bayramlarını yaşayabiliyorlar.
Acebâ doğru mu? İmam-ı âzam’ın öne sürdüğü üçüncü şarta bakarsak, Türkiye gibi bir ülkede korku kimlerde, emniyet kimlerde, Emniyet kâfirlerde değil mi? Onlar istedikleri küfür kanunları ile yönetiliyorlar. İstediklerini söylüyorlar. Allah’a kitaba küfredebiliyorlar, islâmî değerlerle alay edebiliyorlar. Halbuki Müslümanların şeriatı ve halifeliği talep etmeleri yasaktır. İslâmî kanunlarla hükmedilmezler. Ceza hukuku, ticâret hukuku, evlenme ve boşanma hukuku, miras hukuku tamamen kafirlerin hükümlerine göre icrâ edilmektedir. Sünnetleri ve hadisleri inkar edenlere, Kur’an’ı tahrif etmek isteyenlere kimse bir şey demiyor ama birkaç âlim hakkı söylerse hemen haklarında soruşturmalar açılıyor. Bu da gösteriyor ki İmam Ebû Hanife’ye göre de üç şart gerçekleşmiş durumda ve Türkiye ve Türkiye gibi ülkeler Dâr’ul Harb olmuş durumdadırlar.
İmam Şâfî’nin ise acâib bir görüşü vardır. İmam Şâfî’ye göre, bir ülke Dâr’ul İslam olduktan sonra orada bir tek Müslüman kaldığı müddetçe orası Dâr’ul İslam olmaya devam eder. İster yöneticisi kâfir olsun, ister küfür kanunlaı ile yönetilsin. İmam Şâfiye göre bugün Romanya, Sırbistan gibi ülkeler bile Dâr’ul İslam’dır. Çünkü buralar bir zamanlar Dâr’ul İslâm’dı ve o zamandan beri az da olsa oralarda Müslümanlar yaşayagelmişlerdir.
Doğru görüş, Hanefîlerden İmam Ebû Yusuf, İmam Muhammed ile Hanbelî ve Mâlikî mezheblerinin görüşleridir. O da eğer bir yerde küfür kanunları geçerli ve islam kanunları yürürlükten kaldırılmışsa orasının Dâr’ul Harb olacağı görüşüdür. Buna göre, içinde Müslümanların yaşadığı Türkiye ve benzeri ülkeler birer Dâr’ul Harb’dirler.
Bazıları bir ülkeye Dâr’ul Harb deyince oradaki halkın hepsinin de kâfir olduğunu söylediğimizi zannediyor. Halbuki bu doğru değildir. Nasıl ki bir ülkenin tüm halkı gayri müslim olmasına rağmen oradaki idâreciler Müslüman olduğu ve kanunları da islam kanunları olduğu zaman orası Dâr’ul İslam oluyor, aynı şekilde halkının hepsi Müslüman olmasına rağmen islam kanunları yürürlükten kaldırılmış da küfür kanunları hâkimiyetini devam ettiriyorsa orası da bir dâr’ul Harb olmuş olur. Meselenin özü budur.
Videonun Tam Hali İçin:
https://www.youtube.com/watch?v=8Ch19S4J-3s