Şefkat Tokatları Lem‘ası’dır.
بِسْمِ اللّٰهِ الرَّحْمٰنِ الرَّح۪يمِ
يَوْمَ تَجِدُ كُلُّ نَفْسٍ مَا عَمِلَتْ مِنْ خَيْرٍ مُحْضَرًا وَمَا عَمِلَتْ مِنْ سُٓوءٍ تَوَدُّ لَوْ اَنَّ بَيْنَهَا وَبَيْنَهُٓ اَمَدًا بَع۪يدًا وَيُحَذِّرُكُمُ اللّٰهُ نَفْسَهُ وَاللّٰهُ رَؤُفٌ بِالْعِبَادِ âyetinin bir sırrını, bu lem‘a, hizmet-i Kur’âniyede arkadaşlarımın beşeriyet muktezâsı olarak sehiv ve hatâlarının neticesinde yedikleri şefkat tokatlarını beyân etmekle tefsîr ediyor.
Hizmet-i Kur’âniyenin bir silsile-i kerâmeti ve o hizmet-i kudsiyenin etrafında izn-i İlâhî ile nezâret eden ve himmet ve duâsıyla yardım eden Gavs-ı A‘zam’ın bir nevi‘ kerâmeti beyân edilecek. Tâ ki, bu hizmet-i kudsiyede bulunanlar, ciddiyetlerinde sebat etsinler. Bu hizmet-i kudsiyenin kerâmeti üç nev‘dir:
Birinci Nev‘: O hizmeti ihzâr etmek ve hâdimlerini o hizmete sevketmek cihetidir. İkinci Nev‘: Mâni‘leri bertaraf etmek ve muzırların şerlerini def‘ edip, onları tokatlamaktır. Bu iki kısmın hâdiseleri çoktur, hem çok uzundur. Başka vakte ta‘lîkan, en hafif olan üçüncü bir kısımdan bahsedeceğiz. Üçüncü Kısım şudur ki: Hizmette hâlisâne çalışanlara fütûr geldiği vakit, şefkatli bir tokat yerler, intibâha gelerek yine o hizmete girerler. Bu kısmın hâdisâtı, yüzden fazladır. Yalnız yirmi hâdiseden on üç, on dördü şefkatli tokat yemişler, altı yedisi zecir tokadını görmüşlerdir.
Birincisi: Bu bîçâre Said’dir. Her ne vakit hizmete fütûr verir, “Neme lâzım” deyip, nefsime âit hususî işlerimle meşgul olurum, o zaman tokat yemişim. Hem de kanâatim geliyor ki; ihmâlimden tokat yedim. Çünkü hangi maksadım beni iğfâle sevketmiş ise, o maksadımın aksi ile tokat yerdim. Sâirhâlis arkadaşlarımın da yedikleri şefkat tokatlarına dikkat ede ede, benim gibi onlar da hangi maksad için hizmet-i îmâniyeyi ihmâl etmişlerse, onun aksiyle şefkat tokatlarını yediklerinden kanâatimiz gelmiş ki, o hâdiseler, hizmet-i Kur’âniyenin kerâmetindendir.
Meselâ, bu bîçâre Said, Van’da ders-i hakāik-i Kur’âniye ile meşgul olduğum vakitte, Şeyh Said hâdisesi zamanında
SAYFA 43
vesveseli hükûmet, hiçbir cihette bana ilişmedi ve ilişemedi. Vaktâ ki, “Neme lâzım” dedim, kendi nefsimi düşündüm, âhiretimi kurtarmak için Erek Dağı’nda mağara gibi harâbe bir yere çekildim, o vakit, sebebsiz beni aldılar, nefyettiler. Burdur’a getirildim. Orada yine hizmet-i Kur’âniyede bulunduğum zamanda, bana ilişmediler. O vakit menfîlere çok dikkat ediliyordu; menfîler her akşam isbât-ı vücûd etmekle mükellef oldukları halde, ben ve hâlis talebelerim müstesnâ kaldık. Ben hiçbir vakit isbât-ı vücûda gitmedim, hükûmeti tanımadım. Oranın vâlisi, oraya gelen Fevzî Paşa’ya şikâyet etmiş. Fevzî Paşa demiş: “Ona ilişmeyiniz, hürmet ediniz.” Bu sözü ona söylettiren, hizmet-i Kur’âniyenin kudsiyetidir. Ne vakit nefsimi kurtarmak ve yalnız âhiretimi düşünmek fikri bana galebe etti, hizmet-i Kur’âniyede muvakkat fütûr geldi; aks-i maksadımla tokat yedim. Yani, bir menfâdan diğer menfâya, yani Isparta’ya gönderildim. Isparta’da yine hizmet başına geçtim. Yirmi gün geçtikten sonra bazı korkak insanların ihtârlarıyla, belki bu vaz‘iyeti hükûmet hoş görmeyecek diye, “Bir parça teennî etsen, iyi olur” dediler. Bende tekrar yalnız kendimi düşünmek hâtırası kuvvet buldu. “Aman halk gelmesin!” dedim. Yine o menfâdan dahi, üçüncü menfâm olan Barla’ya nefyedildim. Barla’da ne vakit bana fütûr gelmiş ise, yalnız kendimi düşünmek hâtırası kuvvet bulmuş ise, bu ehl-i dünyânın yılanlarından ve münâfıklarından birisi bana musallatolmuştur. Bu sekiz senede seksen hâdiseyi, başımdan geçtiği için hikâye edebilirim. Usandırmamak için kısa kesiyorum. Ey kardeşlerim! Başıma gelen şefkat tokatlarını söyledim. Sizlerin de başınıza gelen şefkat tokatlarını, izin verseniz ve helâl etseniz söyleyeceğim, gücenmeyiniz. Gücenen olursa ismini tasrîh etmeyeceğim.
İkincisi: Öz kardeşim ve en birinci ve yüksek ve fedâkâr bir talebem olan Abdülmecîd’dir. Abdülmecîd’in Van’da güzel bir evi vardı. İdaresi yerinde idi, hem muallim idi.