172. (Resûlüm!) Hani Rabbin, Âdemoğulları’ndan, onların (gelmiş gelecek) zürriyetlerini, sırtlarından (sulblerinden zerreler halinde)[41] al(ıp çıkar)mış ve onları, kendilerine şahit tutarak: “Ben sizin, Rabbiniz değil miyim?” (demişti.) Onlar da: “Evet (Rabbimizsin), şahit olduk.” demişlerdi. (Bu da dünyada kâfirliğe sapıp da) kıyamet gününde: “Biz bundan habersizdik.” dememeniz içindir.
173. Yahut: “(Ne yapalım) ancak daha evvel babalarımız (Allah’tan başkasına bağlılık göstererek O’na) ortak koşmuşlardı. Biz ise ancak onlardan sonra (gelen ve onlara uyan) bir nesil olduk. Batıl yoldan gidenlerin işledikleri (günahlar) yüzünden bizi de helak edecek misin?” dersiniz diyedir.
174. İşte onlar (doğru yola) dönsünler diye; âyetleri böyle, geniş geniş açıklıyoruz.
175. (Resûlüm!) Onlara (o yahudilere) şu kimsenin haberini oku ki biz ona âyetlerimizi vermiştik de o bunlardan sıyrılıp çıktı (küfre meyletti). Böylece şeytan onu peşine taktı, o da azgınlardan biri olup çıktı.
(Bu âyetteki adam, rivayete göre Bel’am b. Baûrâ olup İsrâiloğulları’ndan bilgin ve duâsı kabul olunan bir kimse idi. Bunun bulunduğu şehir halkı kâfir olduğu için Hz. Musa’nın getirdiği şeriate karşı çıkmışlar, Hz. Musa da onlarla savaşmıştı. Halktan ileri gelenler buna gelerek Hz. Musa ve kavmi aleyhinde bulunmasını ve beddua etmesini istediler. Önce razı olmamıştı. Fakat kendisine birtakım dünyalıklar verilince, biraz da pohpohlanınca mü’minlerin aleyhinde olmaya ve beddua etmeye başladı. Bunun üzerine yüce Allah tarafından ilmi kendisinden alınarak dili (aşağıdaki âyette misal verildiği gibi) göğsüne kadar uzayıp sarkmış ve böylece cezasının bir kısmı daha dünyada iken verilmişti. İşte böyle şan, şöhret ve mevki elde etme uğruna dinini satanlara “Bel’am” sözü darb-ı mesel olmuştur.)
176. Eğer dileseydik onu, âyetler ile (iyiler derecesine) yükseltirdik. Fakat o, yere (aşağılık dünyaya) meyletti ve hevesinin peşine düştü. Artık onun durumu köpeğin hali gibidir ki üstüne varsan da dilini çıkarıp solur, kendi haline bıraksan da yine dilini çıkarıp solur (aşağılık bir haldedir). İşte âyetlerimizi yalanlayanların durumu budur. (Onlara) bu hadiseyi anlat; olur ki iyice düşünür (öğüt alır)lar.
177. Âyetlerimizi yalanlayıp (bu suretle) sadece kendi kendilerine yazık eden toplumun durumu ne kötüdür!
178. Allah kime hidayet ederse, işte o, doğru yolu bulmuştur. Kim de sapıklık yaparsa, işte onlar asıl zarara uğrayanların ta kendileridir.
179. Andolsun ki biz, cin ve insanlardan birçoğunu cehennemlik kıldık;[42] çünkü onların kalpleri vardır, onlarla (ilâhî hakikatleri) anlamazlar; gözleri vardır, onlarla (İslâm’a ait gerçekleri) görmezler; kulakları vardır, onlarla (İslâm’a dair emirleri) işitmezler. İşte bunlar hayvanlar gibidirler, hatta daha aşağı/daha şaşkındırlar.[43] İşte onlar, (düşünce, inanç ve yaratılış gayesinden ve Allah’a kulluktan) gafil olanların ta kendileridir. [krş. 8/22; 25/44; 32/13; 51/56; 67/2; 95/5]
180. Esmâü’l-Hüsnâ (en güzel isimler) ancak Allah’ındır.[44] O halde O’na, onlarla dua edin. O’nun isimleri hakkında eğriliğe sapanları terk edin. Onlar yapmakta olduklarıyla cezalandırılacaklardır.
181. Yarattıklarımız içinde (öyle) bir ümmet vardır ki (batıla bulanmış ve batıl birlikteliğinde olmayarak) hak ile rehberlik ederler ve onunla adaleti sağlarlar. [krş. 2/42]
182. Âyetlerimizi yalanlayanları ise bilemeyecekleri yerden kademe kademe helake yaklaştıracağız.
183. Onlara (görünüşte) mühlet veririm (diledikleri gibi yaşarlar), fakat benim tuzağım (lütuf zannettikleri kahrım)[45] çok şiddetlidir.
184. Onlar hiç düşünmediler mi ki, arkadaşları (Muhammed’)de hiçbir delilik yoktur. O, ancak (dünya ve âhiret azabı hakkında) açık bir uyarıcıdır.
[41] Bu zerreler alabildiğine küçük olmasına rağmen son derece ilginçtir. Tıpkı bunun gibi, bütün insanların genleri bir araya gelse, bir toplu iğnenin başını geçmez (Bâr, s. 54).
[42] “Zera’e” fiilinin tefsirlerdeki “yarattık” ve “kıldık” anlamlarından, İslâm inancına da uygun olması için “kıldık” anlamını tercih ettik.
[43] Kalbini Allah sevgisine, ilâhî emirlere, hak ve hakikatlere kapatmış, onun yerine maddeperestliği, şehvetperestliği, dünyaperestliği doldurmuş olanların diğer uzuvları da onları elde etmeye çalışır; hatta onların zarif giyinişi, ilgi çekici kibarlık ve nezaketi de çoğu kez bunun içindir. İnsanların, hayvanlardan daha şaşkın/daha aşağı oluşu, Allah’ın kendisine kulluk etmek için lütfettiği şuur ve sorumluluk duygusunu kaybetmiş olması dolayısıyladır. [krş. 8/22]
[44] “En güzel isimler” demek, “en güzel mânalara delâlet eden lafızlar” demektir. Sıfatları da buna dâhildir (Beydâvî).
[45] Beydâvî.