İkinci Düstûrunuz: Bu hizmet-i Kur’âniyede bulunan kardeşlerinizi tenkîd etmemek ve onların üstünde fazîletfurûşluk nev‘inden gıbta damarını tahrîk etmemektir. Çünkü nasıl, insanın bir eli, diğer eline rekābet etmez; bir gözü, bir gözünü tenkîd etmez; dili, kulağına i‘tirâz etmez; kalb, ruhun ayıbını görmez; belki birbirinin noksânını ikmâl eder, kusurunu örter, ihtiyâcına yardım eder, vazîfesine muâvenet eder. Yoksa, o vücûd-u insanın hayatı söner, ruhu kaçar, cismi de dağılır. Hem nasıl ki bir fabrikanın çarkları, birbiriyle rekābet-kârâne uğraşmaz, birbirinin önüne tekaddüm edip tahakküm etmez, birbirinin kusurunu görerek tenkîd edip sa‘ye şevkini kırıp atâlete uğratmaz. Belki bütün isti‘dâdlarıyla, birbirinin hareketini umûmî maksada tevcîh etmek için yardım ederler, hakîkî bir tesânüd ve bir ittifâkla gāye-i hilkatlerine
Sayfa 168
yürürler. Eğer zerre mikdar bir taarruz, bir tahakküm karışsa; o fabrikayı karıştıracak, neticesiz, akîm bırakacak. Fabrika sâhibi de o fabrikayı bütün bütün kırıp dağıtacak.
İşte ey Risâle-i Nûr şâkirdleri ve Kur’ân’ın hizmetkârları! Sizler ve bizler, öyle bir insan-ı kâmil ismine lâyık bir şahs-ı ma‘nevînin a‘zâlarıyız. Ve hayat-ı ebediye içindeki saadet-i ebediyeyi netice veren bir fabrikanın çarkları hükmündeyiz. Ve sâhil-i selâmet olan dârusselâma ümmet-i Muhammediyeyi (asm) çıkaran bir sefîne-i Rabbâniyede çalışan hademeleriz. Elbette dört ferdden, bin yüz on bir kuvvet-i ma‘neviyeyi te’mîn eden sırr-ı ihlâsı kazanmakla, tesânüd ve ittihâd-ı hakîkîye muhtacız ve mecbûruz.
Evet, üç elif ittihâd etmezse, üç kıymeti var. Eğer sırr-ı adediyet ile ittihâd etse, yüz on bir kıymet alır. Dört kerre dört ayrı ayrı olsa, on altı kıymeti var. Eğer sırr-ı uhuvvet ve ittihâd-ı maksad ve ittifâk-ı vazîfe ile tevâfuk edip bir çizgi üstünde omuz omuza verseler, o vakit dörtbin dörtyüz kırk dört kuvvetinde ve kıymetinde olduğu gibi; hakîkî sırr-ı ihlâs ile, on altı fedâkâr kardeşlerin kıymet ve kuvve-i ma‘neviyesi dört binden geçtiğine, pek çok vukūât-ı târîhiye şehâdet ediyor. Bu sırrın sırrı şudur ki: Hakîkî ve samîmî bir ittifâkta herbir ferd, sâir kardeşlerinin gözüyle de bakabilir ve kulaklarıyla da işitebilir. Güya on hakîkî müttehid adamın herbiri, yirmi gözle bakıyor, on akıl ile düşünüyor, yirmi kulakla işitiyor, yirmi el ile çalışıyor bir tarzda ma‘nevî kıymeti ve kuvvetleri vardır. (Hâşiye)
Hâşiye: Evet, sırr-ı ihlâs ile samîmî tesânüd ve ittihâd, hadsiz menfaate medâr olduğu gibi; korkulara, hatta ölüme karşı da en mühim bir siper ve bir nokta-i istinâddır. Çünkü ölüm gelse, bir ruhu alır. Sırr-ı uhuvvet-i hakîkiye ile rızâ-yı İlâhî yolunda, âhirete müteallik işlerde, kardeşleri adedince ruhları olduğundan biri ölse, “Diğer ruhlarım sağ kalsınlar; zîrâ o ruhlar, her vakit sevabları bana kazandırmakla ma‘nevî bir hayatı idâme ettiklerinden, ben ölmüyorum” diyerek, ölümü gülerek karşılar. Ve “O ruhlar vâsıtasıyla sevab cihetinde yaşıyorum; yalnız günah cihetinde ölüyorum” der, rahatla yatar.
Sayfa 169
Üçüncü Düstûrunuz: Bütün kuvvetinizi ihlâsta ve hakta bilmelisiniz. Evet, kuvvet haktadır ve ihlâstadır. Haksızların kuvveti dahi, haksızlıkları içinde gösterdikleri ihlâs ve samîmiyet yüzünden kuvvet kazanıyorlar. Evet, kuvvet hakta ve ihlâsta olduğuna bir delil, şu hizmetimizdir. Bu hizmetimizde bir parça ihlâs, bu da‘vâyı isbat eder ve kendi kendine delil olur. Çünkü yirmi seneden fazla kendi memleketimde ve İstanbul’da ettiğimiz hizmet-i ilmiye ve diniyeye mukābil, burada sizinle yedi sekiz senede yüz derece fazla edildi. Halbuki, kendi memleketimde ve İstanbul’da, burada benimle çalışan kardeşlerimden yüz, belki bin derece fazla yardımcılarım varken, burada ben yalnız, kimsesiz, garib, yarım ümmî, insâfsız me’murların tarassudât ve tazyîkātları altında yedi sekiz sene sizinle ettiğim hizmette; eski hizmetten yüz derece fazla muvaffakıyeti gösteren ma‘nevî kuvvet, sizlerdeki ihlâstan geldiğine kat‘iyen şübhem kalmadı.