İkinci Sebeb: Ehl-i dalâletin zilletindendir ittifâkları. Ehl-i hidâyetin izzetindendir ihtilâfları. Yani ehl-i gaflet olan ehl-i dünyâ ve ehl-i dalâlet, hak ve hakîkate istinâd etmedikleri için zayıf ve zelîldirler. Tezellül için, kuvvet almaya muhtaçtırlar. Bu ihtiyaç için de başkasının muâvenet ve ittifâkına samîmî yapışır. Hatta meslekleri dalâlet ise de, yine ittifâkı muhâfaza ederler. Âdetâ o haksızlıkta bir hakperestlik, o dalâlette bir ihlâs, o dinsizlikte dinsizdârâne bir taassub ve o nifâkta bir vifâk yaparlar ve muvaffak olurlar. Çünkü samîmî bir ihlâs, şerde dahi olsa, neticesiz kalmaz. Evet, ihlâs ile kim ne isterse Allah verir. (Hâşiye-2)
Ama ehl-i hidâyetve diyânet; ve ehl-i ilim ve tarîkat, hak ve hakîkate istinâd ettikleri için ve herbiri bizzât tarîk-i hakta yalnız Rabbisini düşünüp, tevfîkine i‘timâd ederek gittiklerinden, ma‘nen o meslekten gelen izzetleri var. Zaaf hissettiği vakit;
Hâşiye-1: Sahâbelerin senâ-yı Kur’ânîye mazhar olan “îsâr hasletini” kendine rehber etmek. Yani, hediye ve sadakanın kabûlünde başkasını kendine tercîh etmek ve hizmet-i dîniyenin mukābilinde gelen menfaat-i maddiyeyi istemeden ve kalben taleb etmeden, sırf bir ihsân-ı İlâhî bilmek, nâstan minnet almayarak ve hizmet-i dîniyenin mukābilinde de almamaktır. Çünkü hizmet-i dîniyenin mukābilinde dünyada bir şey istenilmemeli ki, ihlâs kaçmasın. Çendân hakları var, ümmet onların maîşetlerini te’mîn etsin. Hem zekâta da müstehaktırlar. Fakat bu istenilmez, belki verilir. Verildiği vakitte de, “Hizmetimin ücretidir” denilmez. Mümkün olduğu kadar kanâatkâr olmakla, başka ehil ve daha müstehak olanın nefsini kendi nefsine tercîh etmekle, وَيُؤْثِرُونَ عَلٰٓي اَنْفُسِهِمْ وَلَوْ كَانَ بِهِمْ خَصَاصَةٌ sırrına mazhar olmakla bu müdhiş tehlikeden kurtulup ihlâsı kazanabilir.
Hâşiye-2: Evet, مَنْ طَلَبَ وَجَدَّ وَجَدَ bir düstûr-u hakîkattir. Külliyeti ve genişliği, mesleğimize de şâmil olabilir.
Sayfa 158
insanların yerine, Rabbisine mürâcaat eder, meded ondan ister. Ve meşreblerin ihtilâfıyla, zâhir meşrebine muhâlif olana karşı muâvenet ihtiyâcını tam hissetmez, ittifâka ihtiyâcını göremez. Belki hodgâmlık ve enâniyet varsa; kendini haklı, muhâlifini haksız tevehhüm ederek, ittifâk ve muhabbet yerine, ihtilâf ve rekābet ortaya girer. İhlâsı kaçırır, vazîfesi zîr u zeber olur. İşte bu müdhiş sebebin verdiği vahîm neticeleri görmemenin yegâne çaresi, dokuz emirdir.
1- Müsbet hareket etmektir. Yani kendi mesleğinin muhabbetiyle hareket etmek. Başka mesleklerin adâveti ve başkaların tenkîsi, onun fikrine ve ameline müdâhale etmesin, onlarla meşgul olmasın.
2- Dâire-i İslâmiyet içinde hangi meşrebde olursa olsun, medâr-ı muhabbet ve uhuvvet ve ittifâk olacak çok râbıta-i vahdet bulunduğunu düşünüp, ittifâk etmek.
3- Haklı her meslek sâhibinin başkasının mesleğine ilişmemek cihetinde hakkı: “Mesleğim haktır” yahud “Daha güzeldir” diyebilir. Yoksa başkasının mesleğinin haksızlığını veya çirkinliğini îmâ eden, “Hak, yalnız benim mesleğimdir” veyahud “Güzel, benim meşrebimdir” diyemez, olan insâf düstûrunu rehber etmek.
4- Ehl-i hakla ittifâk etmek, tevfîk-i İlâhînin bir sebebi ve diyânetteki izzetin bir medârı olduğunu düşünmek.
5- Hem ehl-i dalâlet ve haksızlık, tesânüd sebebiyle cemâat sûretindeki kuvvetli bir şahs-ı ma‘nevînin dehâsıyla hücumu zamanında, o şahs-ı ma‘nevîye karşı en kuvvetli ferdi olan mukāvemetin mağlûb düştüğünü anlayıp, ehl-i hak tarafındaki ittifâkla bir şahs-ı ma‘nevî çıkarıp, o müdhiş şahs-ı ma‘nevî-i dalâlete karşı, hakkāniyeti muhâfaza ettirmek.
6- Hakkı, bâtılın savletinden kurtarmak için nefsini,
7- Ve enâniyetini,
8- Ve yanlış düşündüğü izzetini,
9- Ehemmiyetsiz rekābetkârâne hissiyâtını terketmekle ihlâsı kazanır, vazîfesini hakkıyla îfâ eder. (Hâşiye)
Hâşiye: Hatta hadîs-i sahîhle, âhir zamanda Îsevîlerin hakîkî dindârları, ehl-i Kur’ân ile ittifâk edip, müşterek düşmanları olan zındıkaya karşı dayanacakları gibi; şu zamanda dahi ehl-i diyânet ve ehl-i hakîkat, değil yalnız ...